Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, büyük bir dağın eteklerinde yemyeşil çayırlarla kaplı, minik bir köy varmış. Bu köyde herkes birbirini tanır, komşular yardımlaşır, çocuklar ise mutluluğun ne demek olduğunu sabah güneşiyle öğrenirmiş.
Köyün biraz dışında, çayın kenarına kurulmuş bir çiftlikte, yaşlı bir çiftçi olan Mehmet Dede yaşarmış. Mehmet Dede’nin birçok hayvanı varmış ama içlerinden biri, tüm köyün sevgilisiymiş: Sarı İnek.
Sarı İnek, adını parlak altın sarısı tüylerinden almış. Kocaman gözleri, uzun kirpikleri ve sakinliğiyle herkesin gönlünü kazanmış. Ama Sarı İnek sadece bir inek değilmiş… O, adeta köyün kalbiymiş.
Bir gün köyde bir haber yayılmış: Dağların ardında büyük bir fabrika kurulacakmış. Gelen kamyonlar yolları bozmaya başlamış, çayın suyu azalmış, çayırların rengi solmuş.
Sarı İnek, çayın başında düşünceli düşünceli su içerken, Mehmet Dede yanına gelmiş.
“Güzel kızım, suyun tadı da değişti sanki, değil mi?”
“Mööö…” demiş Sarı İnek üzgün bir şekilde.
Mehmet Dede onun gözlerinin dolduğunu görünce içi sızlamış. “Merak etme. Bu topraklarda biz vardık, biz de koruyacağız burayı.”
Sarı İnek, Mehmet Dede’ye yaslanmış. O an, doğanın sessizce ağladığını ikisi de anlamış.Köydeki çocuklardan biri, Elif adında cesur bir kızmış. Sarı İnek onun en yakın arkadaşıymış. Okuldan gelir gelmez çantasını fırlatır, doğru çiftliğe koşarmış.
Bir gün, Elif okulu erken bırakıp çiftliğe gelmiş. Sarı İnek huysuzca dolaşıyor, sürekli yeri eşeliyormuş.
“Sarı İnek? Ne oldu sana? Bir şey mi canını sıktı?”
Sarı İnek, çayın kurumuş kenarına gitmiş, burnunu yere değdirip iç çeker gibi “Mööö…” demiş.
“Aaa! Sular çekilmiş!”
O sırada Mehmet Dede çıkagelmiş. Elif hemen yanına koşmuş:
“Mehmet Dede! Sarı İnek üzgün, çay kuruyor, çimenler de sararıyor. N’olur bir şey yapalım!”
Mehmet Dede başını eğmiş. “Kızım… Doğa bize söylüyor. Ama dinleyen az. Belki senin sesin birilerini uyandırır.”Elif o gece uykusuz kalmış. Annesine, babasına, öğretmenine anlatmış olup biteni ama herkes başta “Geçer” demiş.
Ama Elif geçmesini beklememeye karar vermiş.
Ertesi gün, eline bir karton almış ve üstüne şöyle yazmış:
"Sarı İnek Ağlıyor! Çayımız Kuruyor! Lütfen Doğamızı Koru!"
Sonra köy meydanına gitmiş. Önce insanlar sadece bakmış ama sonra Sarı İnek de yanına gelince… Herkes durmuş. Sarı İnek'in gözleri gerçekten dolu doluymuş.
Bir çocuk yaklaşmış:
“Elif, gerçekten ağlıyor mu?”
“Evet. Çünkü evimiz yok oluyor. Sular azalıyor, çimenler kuruyor. Sarı İnek ne yiyecek, biz ne içeceğiz?”
Kalabalık artmış. Yetişkinler sessizleşmiş. Mehmet Dede öne çıkıp konuşmuş:
“Bu çocuk bize bir şey öğretiyor. Doğa sessizce konuşur, ama çocuklar onu duyar. Fabrika yapılmasın demiyorum ama doğamıza zarar vermesin. Biz bu köyü korumalıyız.”Elif’in bu küçük eylemi, köyün diğer çocuklarını da harekete geçirmiş. Her biri birer pankart hazırlamış, suyun neden azaldığını araştırmış. Öğretmenleriyle birlikte köy meydanında bir sunum yapmışlar.
Yetkililer gelmiş, köylüleri dinlemiş. Çocukların içtenliği onları etkilemiş. Sarı İnek’in gözyaşlarını anlatan mektuplar belediyeye ulaşmış.
Ve sonunda karar alınmış: Fabrika kurulacak ama daha ileri bir noktada, çayı ve çayırı etkilemeyecek şekilde. Ayrıca doğal yaşamın korunması için bir doğa koruma alanı da ilan edilmiş.Aylar sonra çay tekrar eski haline dönmeye başlamış. Çimenler yeniden canlanmış, kuş sesleri geri gelmiş.
Elif her gün Sarı İnek’in yanına gelip onunla konuşmaya devam etmiş.
“Sarı İnek, senin gözyaşların olmasaydı, belki kimse uyanmazdı.”
Sarı İnek yavaşça ona başını uzatmış ve “Mööö…” demiş, sanki “Teşekkür ederim.” der gibi.
O günden sonra köyde her yıl “Sarı İnek ve Doğa Günü” kutlanmaya başlanmış. Çocuklar doğayı anlatan tiyatrolar sergilemiş, Sarı İnek her zaman baş konuğu olmuş.
Mehmet Dede ise her geldiğinde şöyle dermiş:
“Doğayı sevmek bir çocuğun kalbine bakmak gibidir. Saf, temiz ve koruyucu…”
Ve Sarı İnek, çayırda mutlu mutlu otlarken başını göğe kaldırıp hafifçe “Mööö…” dermiş, o güneşli günleri hatırlayıp.