Vaktiyle, yedi tepenin üstüne kurulmuş güzel mi güzel bir şehirde, her sabah sokakları mis gibi helva kokusuyla uyanan insanlar yaşarmış. Bu kokunun kaynağı, dillere destan helvalar yapan ve güzelliğiyle görenin gözlerini kamaştıran bir genç kızmış: Helvacı Güzeli.
Güzeli’nin asıl adı Elif’miş. Ama herkes ona, yaptığı helvaların tadı yüzünden “Helvacı Güzeli” dermiş. Altın sarısı saçları örülü, gözleri badem gibiymiş. Ama onu asıl güzel yapan, tatlı dili ve yüreğindeki merhametmiş.
Elif, sabah erkenden uyanır, fırını yakar, ocaklara kazanları kurar, kar gibi şekerleri tencerelere döker, mis gibi tahinle karıştırırmış. Cevizli, fıstıklı, kakaolu… Her helva, bir sanat eseri gibiymiş.
Her sabah şehri gezerken “Helvaaaa! Taze helvaa! Helvacı Güzeli geldi!” diye seslenirmiş.
Bir sabah, Elif helvalarını hazırlayıp sepetine yerleştirirken, ninesi Zümrüt Hanım ona dönüp:
“Kızım, bugün içime bir gariplik doğdu. Sakın kalabalık pazara gitme, başka bir yol seç.”
Elif şaşırmış:
“Nineciğim, pazartesi günleri her zaman oraya giderim. Mahalleli beni orada bekler.”
“Kalbim sıkıştı Elif. Güzelliğin dillere destan oldu. Kıskanç gözler sana iyi bakmaz.”
Ama Elif ninesinin sözlerine rağmen her zamanki pazaryerine gitmiş. Sepetinden yükselen tatlı kokular, çocukların burnuna kadar ulaşmış. Mahalledeki tüm çocuklar koşa koşa yanına gelmiş.
“Helvacı Güzeli, bugün cevizli getirdin mi?” demiş minik Ali.
“Hem de bol cevizli!” demiş Elif gülerek.
Tam o sırada, köşeden bir at arabasıyla yabancı biri çıkagelmiş. Üzerinde ipekten bir kaftan, başında kırmızı bir sarık varmış. Bu kişi, zengin bir tüccarın oğlu olan Sinan’mış. Babasıyla birlikte şehir şehir gezer, her yerde en nadide tatları ararlarmış.
Elif’i görür görmez gözleri faltaşı gibi açılmış.
“Bu güzellik… Bu koku… Bunca zamandır aradığım tat bu olmalı!”
Arabayı durdurup yanına gitmiş.
“Selam olsun, güzel kız. Bu helvaları sen mi yaptın?”
Elif tebessüm ederek:
“Evet beyim, elimle yaptım. Denemek ister misiniz?”
Sinan bir lokma almış ve gözleri dolmuş.
“Bu sadece helva değil… Bu bir rüya!”
Sinan o günden sonra her sabah Elif’i takip etmiş. Onunla konuşmak, helva almak, sesini duymak için türlü bahaneler uydurmuş.
Bir gün Elif ona sormuş:
“Siz neden her gün geliyorsunuz? Başka yerlerde helva bulamaz mısınız?”
Sinan mahcup bir şekilde:
“Senin helvan gibi değil. Hem… senin gibi güler yüzlü biri de yok oralarda.”
Elif utanmış, yüzü pembeleşmiş. Ama o sadece helvasına değil, huzuruna kıymet verilmesini istermiş.
Derken günler geçmiş, Sinan ailesiyle birlikte Elif’in evine talip olmaya gelmiş. Ancak Zümrüt nine baştan sert konuşmuş:
“Evladım, sen zenginsin, biz mütevazı. Elif’i bir zenginlik yarışına çekemezsin.”
Sinan içtenlikle cevap vermiş:
“Benim servetim, Elif’in bir gülümsemesi etmez. Eğer razı olursa, onunla pazara çıkar, helva da satarım. Yeter ki kalbini kazanayım.”
Elif bu sözlere duygulanmış, ama kalbi hâlâ kararsızmış. Geceleri yıldızlara bakar, ninesine danışırmış.
Bir akşam, Zümrüt Hanım ona usulca sormuş:
“Yavrum, bu delikanlıya gönlün var mı?”
“Bilmiyorum nineciğim… Kalbim ona bir sıcaklık duyuyor, ama ya helvalarım ikinci planda kalırsa? Ya unutur helvacıyı, sadece güzelliğimi isterse?”
Ninesi elini Elif’in kalbine koymuş.
“Bu kalp, helvadan da değerlidir. Seni anlayan biri, hem seni hem yaptıklarını yürekten sever.”
Ertesi sabah, Elif kararını vermiş. Sinan’a bir şart koşmuş:
“Benimle olmak istiyorsan, önce bir hafta boyunca benimle birlikte helva yapacak, sokak sokak satacaksın. O zaman kararımı veririm.”
Sinan gülümsemiş.
“Büyük bir sevinçle!”
İlk gün Sinan, sıcak kazana şeker dökmeye çalışırken elini yakmış.
“Ayy! Bu iş hiç de kolay değilmiş!”
Elif gülerek:
“Güzelliğin ardında emek var, beyim.”
İkinci gün, Sinan tahini fazla koymuş, helva tutmamış.
“Yandım Allah! Bu da olmadı!”
Üçüncü gün çocuklar gelince, Sinan onlara şeker dağıtmış. Ama küçük Hatice:
“Biz şeker istemiyoruz! Helvacı Güzeli'nin helvası istiyoruz!”
Sinan gülmüş:
“Doğru dersin kızım. Bu helva başka!”
Bir haftanın sonunda elleri un, burnu şeker olmuş halde Elif’in karşısına geçmiş.
“Şimdi anladım senin güzelliğin neden bu kadar etkileyici. Çünkü içinde emek var, sabır var, sevgi var.”
Elif ona uzun uzun bakmış. Gönlü kararını vermiş.
“Benimle pazarda helva satmayı kabul ediyorsan, birlikte her tatlıyı yapabiliriz.”
Sinan başını sallamış.
“Sonsuza kadar.”
Düğünleri sade ama şenlikli olmuş. Tüm şehir davet edilmiş. Çocuklara bedava helva dağıtılmış. Helvacı Güzeli artık yalnız değilmiş, yanında helva yapmayı öğrenmiş biri varmış.
Zamanla ikisi birlikte yeni tatlar üretmiş. “Ay Işığı Helvası”, “Gül Kokulu Tahin” gibi özel tariflerle şehre ün salmışlar. Ama Elif’in en çok sevdiği an, hâlâ sabahın serinliğinde sokaklarda yankılanan sesiymiş:
“Helvaaaa! Taze helvaaa! Helvacı Güzeli geldi!”
Ve her defasında arkasında duran biri eklerdi:
“Ve Güzeli yalnız bırakmayan Helvacı Sinan!”
Şehir onların sevgisini, sabrını ve helvasını hiç unutmamış.