Bir zamanlar, rüzgarın fısıltı gibi estiği, kuşların gökyüzünde dans ettiği, sevimli bir kasabada yaşayan Elif adında yedi yaşında meraklı mı meraklı bir kız çocuğu vardı. Elif’in en büyük hayali, bir gün gerçek bir lunaparka gitmekti. Renkli dönme dolaplar, pamuk şeker kokusu, çığlık çığlığa eğlenen çocuklar… Hepsi Elif’in rüyalarını süslüyordu.
Ama kasabada hiç lunapark yoktu. En yakın lunapark, iki dağın ardında, büyük şehrin içindeydi ve Elif’in ailesinin oraya gidecek zamanı ya da parası yoktu.
Bir gün, sabah kahvaltısında annesi ona bir zarf uzattı.
"Bu sabah posta kutusunda buldum," dedi annesi, gülümseyerek. "Üzerinde senin ismin yazıyor."
Elif heyecanla zarfı açtı. İçinden altın sarısı bir bilet çıktı. Üzerinde şu yazıyordu:
“Hayal Et! Eğlenceli Lunaparka Özel Davet: Bu gece saat tam 12’de rüyanda görüşmek üzere!”
Elif, gözlerine inanamadı. Gerçek bir lunapark mıydı bu, yoksa bir şaka mıydı? Gün boyu bileti elinden bırakmadı. Gece olduğunda, yorganına sarındı, bileti yastığının altına koydu ve gözlerini kapattı.Gözlerini açtığında, bir anda bambaşka bir yerdeydi. Gökkuşağından yapılmış bir kapının önünde duruyordu. Kapının üzerinde kocaman, parlak harflerle şu yazıyordu:
“EĞLENCELİ LUNAPARKA HOŞ GELDİN!”
Elif gözlerini ovuşturdu. Her şey çok gerçek gibiydi. İçeri adım attığında, bir müzik patladı: neşeli, kıpır kıpır, tam onun kalbine dokunan bir melodi.
Birden karşısına sevimli bir palyaço çıktı. Burnu kırmızı, kıvırcık saçları mavi, gözleri pırıl pırıl parlıyordu.
“Hoş geldin Elif!” dedi palyaço. “Ben Pofi. Bugün sana bu parkta rehberlik edeceğim.”
“Beni tanıyor musun?” diye sordu Elif, hayretle.
“Elbette!” dedi Pofi, kahkaha atarak. “Burası hayallerden yapılmış bir lunapark. Buraya gelen herkesin düşleri gerçek olur.”
Elif gözlerine inanamıyordu. Hemen yanı başında dondurma yağmuru yağıyordu. Çikolata şelalesi, zıplayan pamuk şekerler, uçan bisikletler… Hepsi birbirinden büyülüydü.
“İlk olarak nereye gitmek istersin?” diye sordu Pofi.
“Dönme dolaba!” dedi Elif. “Ama... uçar mı bu?”
Pofi kıkırdadı. “Buradaki her şeyin bir sürprizi vardır. Bin de gör!”
Elif, gökkuşağı renklerindeki dönme dolaba bindiğinde, bir anda koltuğu kanatlandı! Yavaşça yükselmeye başladı, ayın yanından geçtiler, yıldızlarla sohbet ettiler.
“Merhaba Elif!” dedi bir yıldız. “Ne güzel bir kalbin var!”
Elif mutluluktan ağlayacaktı. Daha önce kimse ona kalbini övmemişti. Gözlerinden bir damla yaş süzüldü, ama bu gözyaşı yere düşmeden önce bir kelebeğe dönüştü.
Dönme dolaptan indikten sonra, Elif başka bir şey fark etti. Parkta başka çocuklar da vardı ama hepsi çok sessizdi. Oynuyorlardı ama gülmüyorlardı. Sanki bir şey eksikti.
“Pofi, neden kimse gülmüyor?” diye sordu Elif.
Pofi duraksadı. “Lunaparkımız bir lanet altına girdi. Gülüşler kayboldu. Sadece bir çocuk, içindeki en derin duyguyu bulursa, park eski neşesine kavuşabilir.”
“Yani... benim yardım etmem mi gerekiyor?”
“Evet,” dedi Pofi, gözleri dolarak. “Senin kalbin bu göreve uygun. Cesur, iyi ve hayalperest.”
Elif derin bir nefes aldı. “Peki ne yapmalıyım?”
“Gülüşlerin Saklandığı Ev’e gitmelisin,” dedi Pofi. “Ama oraya yalnız gidemezsin. İşte dostların.”
Bir anda üç sevimli yaratık belirdi:
Tüy gibi hafif ve utangaç: Minik Bulut.
Sürekli hoplayan, enerjik: Zıpzıp Tavşan.
Sessiz ama bilgili: Gözlüklü Baykuş.
“Merhaba Elif!” dediler hep bir ağızdan.
“Hazırım!” dedi Elif.
Yola koyuldular. Gülüşlerin Saklandığı Ev, lunaparkın en arkasında, koca bir aynalı labirentin içindeydi. Aynalar, içlerinden geçen herkesin en büyük korkusunu gösteriyordu.
İlk önce Minik Bulut durdu. Aynada kendini yalnız bir gökyüzünde gördü. Ağlamaya başladı.
“Korkma,” dedi Elif. “Biz buradayız. Yalnız değilsin.”
Bulut gülümsedi, bir parça güneş ışığına dönüştü ve yollarına devam ettiler.
Sonra Zıpzıp Tavşan durdu. Aynada, zıplayamadığını gördü. Ayakları yerden kalkmıyordu.
“Senin enerjin yüreğinden gelir,” dedi Elif. “Hisset, zıpla!”
Tavşan gülümsedi ve yükseğe zıpladı. Aynalar çatırdadı.
Sonunda Elif aynanın karşısına geçti. Kendisini ağlarken gördü. Etrafında karanlık, sessizlik vardı.
“Ben… yalnız kalmaktan korkuyorum,” diye fısıldadı.
Ama o anda dostları onu sardı. Gözlerinden bir damla daha süzüldü ve aynaya çarptığında ayna kırıldı. Arkasında parıldayan bir kapı belirdi.
İçeri girdiklerinde, koca bir cam fanusun içinde yüzlerce renkli gülüş hapsedilmişti. Fanusun başında, gri bir gölge duruyordu: Eski bir palyaço, gülmeyi unutmuştu.
“Beni neden rahatsız ettiniz?” diye hırladı. “Gülüşler artık benim.”
Elif öne çıktı.
“Hayır. Gülüşler paylaşılmak içindir. Kalpten gelen gülüş asla hapsedilemez.”
Palyaço gözlerini kısmıştı ama sonra Elif’in elini tuttu. Elif, ona sarıldı. Sessizlik içinde bir damla gözyaşı daha düştü. Ve o an, fanus parçalara ayrıldı. Gülüşler havaya karıştı, gökyüzü ışıldadı, müzik çalmaya başladı.
Bütün lunapark yeniden canlandı. Çocuklar kahkahalarla koşmaya başladı. Palyaço, yıllar sonra ilk defa gülümsedi.
“Teşekkür ederim,” dedi. “Unuttuğum şeyi bana hatırlattın.”
Pofi yanına geldi. “Artık gitme zamanı, Elif.”
“Ama… bir gün yine dönebilir miyim?”
“Elbette,” dedi Pofi. “Kalbinin kapısını açık tuttuğun sürece, burası her zaman seninle.”Elif gözlerini açtığında sabah olmuştu. Yastığının altındaki bilet yoktu ama elinde küçücük bir altın yıldız vardı.
Ve o günden sonra Elif, nerede bir çocuk ağlasa, onun yanına giderdi. Çünkü artık biliyordu: Gülüşler dünyayı iyileştirirdi.