Heidi Masalı (2)

Alpler’in yamaçlarında bir sabah güneşi gülümseyerek dağları aydınlatırken, Heidi büyükbabasının kulübesinden dışarı fırladı. Üzerinde çiçek desenli elbisesi, ayaklarında keçi derisinden yapılmış küçük pabuçları vardı. Dağ havası, sabahın serinliği ve kuş cıvıltıları içinde koşa koşa keçilerinin yanına gitti.
Ama o sabah diğerlerinden farklıydı.
Gökyüzünde birdenbire beliren kocaman bir gökkuşağı, dağın ardındaki ormanın tam üzerinde duruyordu. Heidi hayranlıkla bakarken, kalbinde sıcak bir heyecan hissetti.
"Büyükbaba! Büyükbaba! Gökkuşağı ormana inmiş gibi! Bakar mısın?" diye bağırdı sevinçle.
Büyükbaba dışarı çıktı, sakallarını sıvazlayarak gökyüzüne baktı.
"Bu gökkuşağı... sıradan bir gökkuşağı değil, Heidi," dedi gizemli bir sesle.
"Bu, efsanevi Gökkuşağı Ormanı’nın habercisi olabilir."
Heidi gözlerini büyüttü.
"Gökkuşağı Ormanı mı? O da ne?"
Büyükbaba, bir kütüğe oturarak anlatmaya başladı.
"Çok uzun zaman önce," dedi,
"dağların ötesinde gizemli bir orman varmış. Bu ormanda her şey renkliymiş; ağaçlar mavi, kuşlar mor, dereler altın gibi akarmış. Ama bu ormana sadece kalbi temiz olanlar, gerçek bir dilek için girip yolu bulabilirmiş."
Heidi heyecandan yerinde duramıyordu.
"Ben de gidebilir miyim? Gerçekten gidebilir miyim?"
Büyükbaba başını salladı.
"Kalbin temizse ve doğru niyetle yola çıkarsan... neden olmasın?"
Heidi hemen keçisi Yıldız’ı yanına alarak yola koyuldu. Dağ patikalarını geçip, çiçekli çayırları aşarak gökkuşağının altına geldi. Ormanın girişi renkli bir sisle kaplıydı.
"Hazır mısın Yıldız?" dedi küçük kız.
"İçeride neyle karşılaşacağımızı bilmiyorum ama cesur olmalıyız."
İçeri adım attıklarında her şey değişti. Ağaç yaprakları lavanta rengindeydi, gövdeleri gümüş gibi parlıyordu. Kuşlar melodik bir şarkı söylüyordu.
Birden, önlerine kocaman, yumuşak tüylü, pembe bir tavşan çıktı.
"Merhaba!" dedi tavşan. "Ben Topik! Gökkuşağı Ormanı’na hoş geldiniz!"
Heidi şaşkınlıkla tavşana baktı.
"Sen... sen konuşuyorsun!"
"Elbette konuşuyorum!" dedi Topik gülerek. "Burası sıradan bir orman değil. Burada herkes, her şey duygularını ifade eder. Kalbindeki en derin dileği bulman için buradayız."
"Ben sadece..." dedi Heidi yavaşça,
"arkadaşım Clara için dilek dilemek istiyorum. Yürüyemiyor ve hep üzgün. Onun gülümsemesini görmek istiyorum."
Topik’in gözleri parladı.
"Bu çok güzel bir dilek, Heidi. Ama ormanın merkezine ulaşmadan gerçekleşmez. Cesaretin ve dürüstlüğün test edilecek."
Heidi başını dik tuttu.
"Ne gerekiyorsa yaparım."
Ormanın içinden geçerken karşılarına birçok engel çıktı. İlk olarak, Kayıp Göl'e geldiler. Göl yüzeyi pusluydu ve hiç yansıma göstermiyordu. Sadece içten gelen duygularla yön bulunabiliyordu.
"Kendine güvenmen gerekiyor Heidi," dedi Topik.
"Yolu görmek istiyorsan kalbini dinle."
Heidi gözlerini kapattı. Clara’nın gülümseyen yüzünü hayal etti. Yavaş yavaş adım attı, suya batmadan karşı kıyıya ulaştı.
Bir sonraki durakta, bir ağlama sesi duyuldu. Büyük bir fidan, gözlerinden yaprak gibi yaşlar döküyordu.
"Neden ağlıyorsun?" diye sordu Heidi.
"Kimse beni güzel bulmuyor," dedi fidan. "Benim dallarım yamuk, yapraklarım solgun."
Heidi fidanın yanına diz çökerek, elini kabuğuna koydu.
"Bence çok güzelsin. Sen farklısın diye özel oluyorsun. Benim arkadaşım Clara da yürümediği için kendini eksik hissediyor, ama onun kalbi çok güzel."
Fidan gülümsedi, yaprakları canlandı. Birdenbire etraf rengârenk çiçeklerle doldu.
Topik hayranlıkla baktı.
"Heidi... sevgiyle bakıyorsun. Bu ormanın anahtarı o."
Sonunda ormanın kalbine ulaştılar. Altın yapraklarla kaplı dev bir ağaç, dallarının arasında gökkuşağını taşıyordu.
"Şimdi," dedi Topik, "sadece bir dilek dile."
Heidi gözlerini yumdu.
"Clara yürüyebilsin... onun mutlu olmasını istiyorum. Hep birlikte koşabilelim, oyun oynayabilelim."
Bir ışık patlaması oldu. Ağaç, dallarından ışık damlaları saldı. Gökyüzü renklerle dans etti.
"Dileğin alındı, Heidi," dedi Topik.
"Artık dönme zamanı."
Heidi gözlerini açtığında tekrar büyükbabasının kulübesinin önündeydi. Yıldız yanındaydı. Her şey bir rüya gibi görünüyordu ama elinde ormandan bir lavanta yaprağı vardı.
O anda, aşağıdaki patikadan Clara belirdi. Elindeki değnekleri bırakmış, yürüyordu! Gözleri ışıl ışıldı.
"Heidi! Bak, yürüyorum! Bu sabah uyandım ve... bacaklarımda bir sıcaklık hissettim. Sonra ayağa kalktım!"
Heidi koşarak arkadaşına sarıldı. İkisi de sevinç gözyaşları döküyordu.
"Ben de bir dilek diledim, Clara," dedi Heidi. "Ama kalpten gelen bir dilekmiş bu... ve Gökkuşağı Ormanı gerçekmiş."
Büyükbaba uzaktan onları izliyordu. Gülümsedi ve kendi kendine mırıldandı:
"Çocukların sevgisi, bazen en gerçek sihirdir."
O günden sonra Heidi ve Clara dağlarda birlikte koşup oynadılar. Heidi, Topik’i ve Gökkuşağı Ormanı’nı bir daha görmedi... ama ne zaman gökyüzünde bir gökkuşağı belirse, kalbi sevinçle çarpardı.
Ve kim bilir? Belki bir gün yine yolu oraya düşer.