Kral Şakir Masalı

Bir zamanlar Teknokent’in hemen arkasında, gökyüzüne uzanan gökkuşağı gibi rengârenk bir diyar vardı. Bu diyarın adı Renkler Diyarı’ydı. Her bir sokağı farklı bir renkte, her ağacı farklı tonda çiçek açardı. Ancak bir sabah uyandıklarında her şey... griydi!

Tam da o sabah Kral Şakir, sabah sütünü yudumlarken annesi Canan Hanım içeri girdi.

“Şakir! Televizyonda haberleri gördün mü? Renkler Diyarı’nda bütün renkler yok olmuş!”

“Ne? Nasıl yani? Gri mi olmuş hepsi?” dedi Şakir, gözleri kocaman açılarak.

“Evet! Her yer gri! Çocuklar ağlıyormuş, çiçekler solmuş, kuşlar bile ötmez olmuş!”

Şakir hemen pelerini kaptı, sihirli dürbününü cebine koydu ve dışarı fırladı. En iyi arkadaşları Necati ve Canan çoktan bahçede onu bekliyordu.

Necati kaşlarını çatarak:
“Bence uzaylılar yaptı! Gri seviyor olabilirler!”

Canan gözlerini devirdi:
“Necati, uzaylılar değil! Bu işte bir sihir var. Hadi Renkler Diyarı’na gidelim!”

Ve üçlü, Şakir’in süper hızlı “Fikir Mobil”ine binip gökyüzüne doğru yola koyuldular.

Diyara vardıklarında gözlerine inanamadılar. Normalde cıvıl cıvıl olan çiçek tarlaları solmuş, pembe nehir griye dönmüş, çocukların yüzleri asıktı.

Bir çocuk ağlıyordu, minik gözlerinden inci gibi yaşlar dökülüyordu. Şakir hemen yanına koştu.

“Merhaba, küçük dostum. Neden ağlıyorsun?”

Çocuk hıçkırarak:
“Resim yapamıyorum! Tüm boyalarım gri oldu! Güneş bile gülmüyor artık…”

Şakir çocuğun başını okşadı.
“Söz veriyorum, Renkler Diyarı’nı eski haline getireceğiz!”

Necati bir çöp kutusuna yaslanarak düşündü.
“Acaba bu renkleri kim çaldı? Hırsız paletli biri olabilir mi?”

O sırada yaşlı bir sincap belirdi. Sırtında eski bir çuval, gözlerinde bilgelik vardı.

Sincap yaşlı bir sesle:
“Renklerin çalındığını herkes biliyor ama kimse kimin çaldığını bilmiyor. Belki de Karanlık Palet geri döndü.”

“Karanlık Palet mi?” diye sordu Canan, gözleri büyüyerek.

“Evet, eskiden Renkler Diyarı’na kötülük saçan bir ressamdı. İnsanların neşesini kendi tablolarına hapsetmek isterdi. Yıllar önce sürgün edilmişti ama… belki geri döndü.”

Şakir yumruğunu sıktı.
“O zaman bu işi çözmek bize düşer!”

Şakir ve arkadaşları, Sincap’ın tarif ettiği ormanın derinliklerine doğru ilerledi. Ağaçlar konuşmuyor, yapraklar bile renksizdi. Nihayet dev bir tuval şeklinde mağaranın kapısını buldular.

İçeri girdiklerinde, duvarlara çizilmiş koca koca tablolar gördüler. Tablolarda mutlu insanlar vardı… ama hepsi griydi ve kıpırdamıyordu.

Bir anda gölgelerin arasından siyah bir pelerinli figür çıktı. Elinde dev bir fırça vardı, gözleri mor alev gibi parlıyordu.

“Hoş geldiniz… Renk Avcıları.” dedi alaycı bir sesle.

Şakir kükredi:
“Sen Karanlık Palet’sin! Renkler Diyarı’nı neden mahvettin?”

“Çünkü kimse benim resimlerimi beğenmedi. Herkes parlak renkler istiyordu! Gölgeyle, hüzünle yapılan sanat neymiş görsünler istedim!”

Canan öne çıktı.
“Ama bu haksızlık! Herkesin mutluluğunu çalıyorsun!”

“Sanat fedakârlık ister.” diye kıkırdadı Karanlık Palet.

Necati sinirle atıldı.
“Yeter artık! O fırçanı bırak ve herkesin rengini geri ver!”

Karanlık Palet güldü ve elini salladı. O anda üçlü, dev bir grilik bulutunun içine çekildi.

Birdenbire kendilerini farklı bir dünyada buldular. Her biri yalnızdı.

Şakir, çocukluğundaki en büyük korkusuyla karşılaştı: yalnız kalmak. Gözleri doldu, annesinin sesi kulağında yankılandı:

“Korkma yavrum, duygularını bastırma. Güçlü olmak, ağlamamak değil… hissetmek demektir.”

Gözyaşları yere düştü ve orada bir damla sarı renk belirdi.

Necati, başaramama korkusuyla yüzleşti. Hep espriler yaparak bunu saklamıştı.

“Ya bir gün kimse gülmezse?”

Ama içinden geçen bir ses fısıldadı:

“Sen kendine güldüğün sürece kimse senden kahkahanı çalamaz.”

Bir damla turuncu oluştu.

Canan ise hep akıllı olma baskısı altındaydı. Oysa bazen hiçbir şey bilmemek de güzeldi.

“Hata yapmak öğrenmenin ilk adımıdır.” dedi kendi kendine. Gözlerinden bir damla mavi aktı.

Hepsi birer birer renklerini geri kazandılar. Ve o renkler birleşip büyük bir ışık patlamasına dönüştü.

Gözlerini açtıklarında, mağaradaydılar ama bu sefer ellerinde parlak renklerle dolu fırçalar vardı. Karanlık Palet şaşırmıştı.

“Bu... Bu nasıl mümkün olabilir? Siz… renklerinizi buldunuz mu?”

Şakir fırçasını havaya kaldırdı.
“Evet! Çünkü duygularımızı saklamadık. Renkler, hissetmekten gelir!”

Canan ve Necati, tüm gücüyle tuvallere dokundu. Tablolar bir bir renklenmeye başladı. İçindeki insanlar neşeyle hareket etmeye, gülümsemeye başladı.

Karanlık Palet dizlerinin üzerine çöktü.
“Ben sadece… fark edilmek istemiştim…”

Şakir yanına yaklaştı ve elini uzattı.
“O zaman birlikte resim yapalım. Gölge de bir renktir, ama yalnız kalmamalı.”

Karanlık Palet gözyaşlarıyla başını salladı.

Renkler Diyarı’na döndüklerinde herkes onları alkışlarla karşıladı. Gökyüzü bir daha hiç bu kadar güzel olmamıştı. Çocuklar yeniden resim yapıyor, kuşlar neşeyle ötüyordu.

Necati dondurma yerken sırıttı.
“Renkli dondurmalar geri döndü, yaşasın!”

Canan gülümsedi.
“Asıl renk, kalbimizde saklıydı…”

Şakir gökyüzüne baktı ve fısıldadı:
“Ve biz hiçbir zaman o renkleri kaybetmemeliyiz.”

Ve o günden sonra Renkler Diyarı’nda her sene “Duygular ve Renkler Festivali” düzenlendi. Çünkü herkes bilir ki; gerçek renk, içimizdeki duygulardır.