Keloğlan Hiç Yüzünden Masalı

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak mı uzak bir köyde, annesiyle birlikte yaşayan iyi kalpli bir Keloğlan varmış. Keloğlan'ın başı kel ama yüreği sevgiyle doluymuş. Çevresindeki herkes onu severmiş ama bir yandan da onun tuhaf huylarına anlam veremezmiş. Çünkü Keloğlan bazen hiçbir sebep yokken üzülür, bazen de hiçbir neden olmadan sevince boğulurmuş. Köylüler buna “hiç yüzünden üzülmek” dermiş.
Bir gün köy meydanında yaşlı Dede Mehmet, çocuklara masal anlatırken Keloğlan da yanlarına yaklaşmış.
“Dede Mehmet, hiç yüzünden neden üzülür insan?” diye sormuş.
“Evlat,” demiş Dede Mehmet, “bazen gönül, aklın bilmediği yerlere gider. Kalp, sebepsiz de ağlar, sevinir. Buna ‘hiç yüzünden’ derler ama aslında her ‘hiç’in ardında gizli bir hikâye vardır.”
Bu sözler Keloğlan’ın kafasını karıştırmış. Eve dönerken annesiyle konuşmuş:
“Ana, ben neden bazen durduk yere hüzünleniyorum acaba?”
Annesi gülümsemiş. “Oğlum, senin yüreğin ince. İnce yürekler bazen dünyayı fazla hisseder. Belki de üzülmen, başka birinin acısını uzaktan hissetmendir.”
Keloğlan gece boyunca bu sözleri düşünmüş. Sabah olur olmaz annesine:
“Ana, ben yola çıkacağım. Kalbimdeki bu hüzün, bana bir yol gösteriyor gibi. Belki birinin yardıma ihtiyacı vardır.”
“Nereye gideceksin oğlum? Ortada bir iz yok, bir nişan yok.”
“İz yok ama içimde bir yön var. Hiç yüzünden de olsa, o yolu bulmalıyım.”
Ve böylece Keloğlan, sırtına torbasını almış, eline de sazını, düşmüş yollara.
Günler geçmiş, yollar bitmiş. Keloğlan, sonunda yeşillikler içinde, sessiz bir köye varmış. Ama köy halkı mutsuzmuş. Yüzler düşmüş, çocuklar oynamıyor, kuşlar bile ötmez olmuş.
Keloğlan hemen bir nineye sormuş:
“Nineciğim, bu köy neden bu kadar sessiz?”
Nine gözlerini silmiş, “Ah evladım,” demiş, “bizim gülüşlerimizi, bir lanet alıp götürdü. Prensesimiz Ayşel’in gülümsemesi yok olunca hepimiz karanlığa gömüldük.”
“Nasıl yani? Prensesin gülümsemesi mi kayboldu?”
“Evet. Sabah uyandığında, yüzünde en ufak bir neşe yoktu. Ne konuşur, ne ağlar, ne güler. Bize de birer gölge gibi yaşamak düştü.”
Keloğlan bu sözleri duyunca kalbindeki “hiç yüzünden” gelen hüzünle bu olayın bağlantılı olduğunu hissetmiş.
“Beni saraya götürür müsünüz nineciğim? Belki prensesle konuşabilirim.”
Saraya varan Keloğlan’ı koca kapılar karşılamış. Kapıdaki muhafız sormuş:
“Ne istiyorsun genç adam?”
“Prensesi görmek istiyorum. Belki gülüşünü geri getirebilirim.”
“Bunu denemeye gelen çok oldu. Hepsi eli boş döndü. Ama madem ısrarcısın, buyur gir.”
Keloğlan içeri girmiş, büyük ve sessiz bir odada, cama bakan bir kız görmüş. Gözlerinde parıltı yok, dudaklarında tebessüm yokmuş. O, Ayşel Prensesmiş.
Keloğlan, sesini yumuşatarak konuşmuş:
“Selam güzel prenses. Ben Keloğlan. Kalbimde sebebini bilmediğim bir hüzün taşıyordum. Yolum buraya, sana çıkınca anladım, belki de senin yüzündenmiş.”
Prenses dönüp bakmamış. Keloğlan sazını çıkarmış, çalmaya başlamış. Tellerinden umut akan ezgiler dökülmüş odaya. Sonra gözleriyle prensesin gözlerini aramış.
“Senin kalbin ne anlatmak istiyor? Neden sustun, neden içindeki gülüşü gizledin?”
Prenses fısıldamış:
“Çünkü hiç kimse beni gerçekten duymadı. Herkes yüzüme bakıp güzel olduğumu söyledi ama içimdekini hiç kimse görmedi.”
Keloğlan yaklaşmış, diz çökmüş:
“Ben seni içinden duydum. Çünkü benim hüznümün nedeni sensin. Benim ‘hiç yüzünden’ dediğim şey, senin sessizliğinmiş.”
Ayşel’in gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamış.
“Sen… ilk kez biri içimdeki hiçliği fark etti…”
Sonra, uzun zamandır ilk defa, hafif bir gülümseme belirivermiş yüzünde. O anda sarayın perdeleri rüzgârla dans etmiş, güneş odayı aydınlatmış.
Köy halkı birden bire fark etmiş ki, içlerini kaplayan karanlık dağılmış. Kuşlar şakımaya, çocuklar koşmaya başlamış.
Sarayda kutlamalar yapılmış. Prenses gülüşünü bulan Keloğlan’ı onurlandırmak istemiş.
“Ne dilersen söyle Keloğlan, bir ömürlük mutluluk senin hakkın.”
Keloğlan hafifçe başını eğmiş:
“Ben sadece ‘hiç yüzünden’ ağlayan bir kalbin, artık gülüyor olduğunu bilmek istiyorum. Bu bana yeter.”
O günden sonra Keloğlan’ın hüzünleri yok olmuş. Çünkü artık biliyormuş ki, “hiç yüzünden” gelen duygular, bazen başka bir kalbin sessiz çığlığı olabiliyormuş. Onları duyanlar ise gerçek kahramanlarmış.