Tarla Faresi ile Şehir Faresi Masalı

Uzak diyarların birinde geniş buğday tarlalarıyla çevrili küçük bir köy varmış. Bu köyde, yuvasını toprak içindeince, saman ve kuru otlarla örülü bir yuva yapan Tarla Faresi adında neşeli bir fare yaşarmış. Tarla Faresi gündüzleri tarlada koşar, tezgâhlarda dolaşan çiftçilerin bıraktığı yemişlerden ve taze buğday başaklarından kendine yiyecek toplarmış. Huzurlu, sakin bir hayatı, doğayla iç içe, güven doluymuş.

Bir gün Tarla Faresi’ne, uzakta, taş döşeli sokakları, yüksek binaları, gösterişli sofralarıyla ünlü Şehir Faresi’nden bir davet gelmiş. Şehir Faresi, kuzeni Tarla Faresi’ni görmeyi çok istiyormuş ve “Gel biraz sosyete sofralarımızı keşfet, burada neler mi var, gel gör!” diye ısrar ediyormuş.

Tarla Faresi önce heyecanlanmış: “Acaba nasıl olur? Şehirdeki büyük sofralar, ışıl ışıl sokaklar…” Ama bir yandan da tedirgin olmuş: “Ya tehlikeler? Ya köpekler, kediler, fırtına, gürültü? Burada tanıdık, güvenli bir dünya varken, orada beni bekleyen tehlikeler olabilir.” Ancak merak galip gelmiş; her şeyden önce kuzenini görmeyi, yeni macera yaşamayı çok istiyormuş.

Ertesi sabah, güneş doğarken yola çıkmış. Tarladan çıkıp taşlı patikayı takip ederek uzak bir bölgeye, ormandan geçip küçük bir patikadan yürüyerek nihayet şehrin kenarına ulaşmış. Şehrin etrafındaki toz, gürültü, yabancı sesler Tarla Faresi’nin kalbini hızla çarptırmış. Ama aklı kuzenindeymiş. Kararlı adımlarla ilerlemiş.

Kapı önünde Şehir Faresi heyecanla karşılamış onu. Şehir Faresi büyük, rahat bir yuva hazırlamış, içi peluş minderlerle, duvarda küçük kuytu köşeler, bol saklanacak delikler varmış. Fakat Tarla Faresi eve girince ilk dikkatini çeken şey; şehir merkezinden gelen inleyen sesler, gürültülü ayak sesleri ve uzak sokak lambalarının cızırtısıymış.


“Hoş geldin, canım kuzenim Tarla Faresi!” diye sevinçle çığırmış Şehir Faresi. “Burda her şey çok farklı, sana en özel sofralarımızı göstereceğim.” Tarla Faresi hafifçe titremiş, ama gülümsemiş: “Selam, sevgili kuzen. Burası heyecan verici görünüyor. Ama benim biraz tedirginim; ben sessiz ve sakin ortamda büyüdüm. Umarım kendimi güvende hissederim.”

Şehir Faresi şefkatle yanındaki minderden birini Tarla Faresi’ne uzatmış: “Burada dikkatli olursan, her şey çok keyifli. Yeni tatlar, büyük sofralar, zarif eşyalar… Gel, önce akşam sofrasına davetliyiz. Şehrin en iyi restoranlarından birine çıkıyoruz.”

Tarla Faresi yavaşça başını sallamış: “Tamam, ama yavaş yavaş. Belki önce bir tur atalım, etrafı görelim, güvenli hissetmeden sofraya oturmak istemem.” Şehir Faresi bu isteğe saygı duymuş ve önce kısa bir şehir turu teklif etmiş.

Akşamüzeri, sokak lambalarının ışıkları yanarken, Şehir Faresi Tarla Faresi’ni şehir sokaklarında gezdirmiş. Büyük kaldırımlar, mermer binalar, insan ayaklarının gürültüsü, köpeklerin havlaması, arabaların vınlaması Tarla Faresi’ni hem büyülemiş hem tedirgin etmiş. Bir çöp poşetinin içinde bir şey ararken ansızın yanlarına bir kedi çıkmış; Tarla Faresi kalbi hoplamış, ama Şehir Faresi hızla onu bir deliğe çekmiş.

“Sakın panik yapma!” demiş Şehir Faresi. “Bu sokaklar bizim için tanıdık; ben nereye saklanacağımızı biliyorum. Ama dikkatli olmalıyız.” Tarla Faresi titreyerek: “Sen denedin, bana güven veriyorsun. Ama açıkçası bu kadar gürültü, büyük tehlikeler beni ürkütüyor.” Şehir Faresi anlayışla: “Bu senin için yeni bir dünyayla tanışmak demek. Yavaş yavaş alışacaksın. İlk gün biraz sarsıcı olabilir, ama sonra keyfini çıkaracağımız pek çok şey var.”

Bir süre sokaklarda dolandıktan sonra şık bir restoranın yakınlarına gelmişler. Restoranın penceresinden, masaların üstünde gösterişli tabaklar, parlayan şamdanlar, insan sesleri ve keman müziği duyuluyormuş. Şehir Faresi gururla: “İşte burası, şehrin ünlü lezzet durağı. Gel, hemen içeri geçelim.” Tarla Faresi derin bir nefes almış: “Tamam, deneyeceğim.” İçeri girdiklerinde parlak masa örtüleri, altın rengi kenarlıklı tabaklar, küçük peynir parçaları, meyve dilimleri, üstünde leziz soslarla sunulan tabaklar masada duruyormuş. İnsanlar şık kıyafetlerle yemek yer, kadehler şarapla doluymuş (fareler şarap içmez elbet, ama şarap tadı alır, diye Şehir Faresi anlatmış).


“Bu peynir tepsisini dene!” demiş Şehir Faresi. “Burada farklı peynir çeşitleri, şehrin ürettiği en özel lezzetler. Küçük porsiyonlar belki seni fazla şaşırtmasın ama tadı unutulmaz.” Tarla Faresi nazikçe bir parça almış, koklamış, biraz çekingen: “Farklı bir tat var… Ama güzel.” Tadınca gözleri parlamış ama hemen ardından tereddüt etmiş: “Bu kadar gösterişli sofralarda yediğim için mutlu muyum? Daha sade sofralarda büyüdüm; burada lezzetler güçlü ama içimde garip bir huzursuzluk var sanki.” Şehir Faresi tebessüm etmiş: “Bu his normal. Yeni tatlar, yeni ortamlar insanı hem heyecanlandırır hem huzursuz eder. Ama denemeye devam edebiliriz.”

Akşam ilerledikçe şehir ışıkları gözlerini kamaştırmış Tarla Faresi’nin. Restorandan çıkarken Şehir Faresi ona: “Şimdi seni büyük şehir meydanına götüreceğim, orada müzik ve dans var. Gösteri izleyebiliriz.” Tarla Faresi ona güvenmiş ve kabul etmiş. Ancak meydana vardıklarında kalabalık farelere göre çok kalabalık insan ayakları, mekânın altından gelen bas sesleri, dans eden insanların ayak sesleri Tarla Faresi’ni bir kez daha korkutmuş. Hemen Şehir Faresi’nin koluna tutunmuş: “Bir an önce buradan gitsek…” Şehir Faresi sakinleştirici bir sesle: “Tamam, biraz yoruldun anlaşılan; geri dönüp dinlenelim.”

Eve döndüklerinde Tarla Faresi derin bir nefes almış: “Şehir güzel, zenginlik var, renkli hayat var ama benim kalbim buradaki sıcak uyku değil, tarladaki yumuşak saman yastığımı özlüyor.” Şehir Faresi hafifçe üzülmüş: “Sana fazla geldiyse keşke daha küçük bir tura çıkarsaydık.” Tarla Faresi nazikçe: “Hayır, bu deneyim için minnettarım. Demek ki benim ruhum doğayla, sadelikle besleniyor. Senin de zaten benim köyümü ziyaret etmek gibi bir isteğin vardı. Şimdi anladım ki her yerde mutluluk farklıdır.”

Ertesi sabah, Tarla Faresi şehri biraz daha keşfetmek istediğini söylemiş, ama sınırlı bir gezi talep etmiş: “Bugün sabah erken gezi yapalım, kalabalık olmadan önce. Belki şehir parkına gideriz, orada biraz daha huzurlu olabilir.” Şehir Faresi sevinmiş: “Harika fikir! Parkta insan ayaklarının az olduğu, çiçeklerin olduğu bölümler var; belki küçük bir göletin kenarında otururuz.”


Sabahın erken saatlerinde, sokakların sessiz olduğu bir vakitte Tarla Faresi ve Şehir Faresi parkın içine girmişler. Kuş cıvıltıları, çeşme sesleri, çimlerin kokusu Tarla Faresi’nin yüreğine ferahlık vermiş: “İşte bu, biraz da kendime geldim.” Şehir Faresi gülümsemiş: “Bazen şehir bile doğaya yakın küçük alanlar sunar, ama senin tarlanın genişliği, özgürlüğü farklı.” İkisi gölet kenarındaki küçük bir ceviz kırığı kalıntısında oturup sohbet etmiş.

Tarla Faresi duygularını anlatmış: “Bazı akşamlar tarlada yıldızları izlemek, hafif esintiyle uyumak, sabah serinliğinde traktörün bırakacağı taze buğday kokusuyla uyanmak… Şehirde bunlar yok. Burada ışıklar ve sesler var, ama yıldızları yıldız gibi göremiyorum.” Şehir Faresi empatiyle: “Ben de bazen senin köyüne gelince ilk başta tuhaflanıyorum: sessizlik, karanlık, yıldızların parlaklığı… Ama zamanla huzur buluyorum. Demek ki ikimiz de birbirimizin dünyasında farklı hisler yaşıyoruz.”

Tarla Faresi, Şehir Faresi’ne çocukluğundaki anılarını anlatmış: “Kardeşlerimle birlikte saman yığınlarının üstünde saklambaç oynardık, sabah erkenden kuşlarla uyandığımızda taze mısır tarlasında koşardık. Bayramlarda köy sofralarımıza konan taze peynir, köy ekmeği, balkonda tatlı tadında biber reçeli… Bence mutluluk bazen küçük tatlarda, huzur dolu sokaklarda gizli.” Şehir Faresi gözleri dolmuş: “Ben de çocukken sokak lambaları altında caddelerde dolaşırdım; vitrinlere bakar, kış aylarında çocuklarla buz pateni yapardık. Ama bazen gürültü beni bunalttığında, hayalimde senin köyünün sessizliğini resmederdim.”

Birlikte orada uzunca otururken karar vermişler: Bu gezinin asıl amacı birbirlerinin dünyasını anlamakmış. Tarla Faresi: “Şehirde misafirperverliğini gördüm; elbette burada pek çok zorluk var ama aynı zamanda renkli deneyimler.” Şehir Faresi: “Senin davetinle tarlaya gidince doğanın kucağını hissedeceğim.”


Böylece Şehir Faresi, Tarla Faresi’ni köyüne davet etmiş. Birlikte plan yapmışlar: Birkaç gün sonra Tarla Faresi, Şehir Faresi’ni tarlaya götürecekmiş. Tarla Faresi köyde büyük bir sofra kuracak; hasat zamanıysa taze buğday başağı, köy ekmeği, peynir, bal, fındık, yöresel reçellerden tadımla olacakmış. Ruhsal huzurun yanında dayanışma ve samimiyet de hissedilecekmiş.

Birkaç gün sonra, Şehir Faresi heyecanla tarlaya varmış. Altın sarısı başaklardan sarkan tarlalar, hafif esen rüzgârla dalgalar gibi titreşiyormuş. Kulüp kulüp saman yığınları, ağaçların gölgeleri altında çimenler, kuş cıvıltılarıyla doluymuş her yer. Tarla Faresi: “Hoş geldin canım kuzen!” demiş. Şehir Faresi gözleri parlamış: “Ne kadar geniş ve huzurlu! Burada rahatça koşmak, toprak kokusunu hissetmek… Harika.”

Tarla Faresi, Şehir Faresi’ni önce en sevdiği saman yığınına götürmüş: “Burası benim saklanma yerim, burada arkadaşlarımla saklambaç oynarız.” Ardından taze buğday başağı toplamış, Şehir Faresi yağmurlu sabahlarda topladığı çiy damlalarını, tarlada açık gökyüzüne bakmayı anlatırken duygulanmış: “Gökyüzü o kadar parlak ki, geceleri yıldızlar bazen sayamayacağım kadar çok. Burada huzur var.”

Akşamüstü, Tarla Faresi’nin kurduğu sofra hazırlanmış: Yere serili temiz bir saman örtüsü, üstünde köy ekmeği dilimleri, taze peynir, ballı ekmek parçaları, fındık, misket limonları, ev yapımı domates salçası, mis kokulu otlarla yapılmış yemekler. Şehir Faresi önce gözlerine inanamayacak kadar sadeymiş. Ama tattığında her şey taze, doğal, özenliymiş. “Bu tatlar, o gösterişli sofralardakinden farklı ama kalbime daha dokunan lezzetler,” demiş duygulanarak. Tarla Faresi mutlu olmuş: “Demek ruhuna hitap etti.”


Akşam yerin kararmasıyla birlikte, ateş yakmışlar küçük bir köy feneri etrafında. Tarla Faresi: “Burada doğa öyle bir melodi sunar ki; rüzgâr ağaç yapraklarını okşarken, cırcır böceklerinin sesi, uzaktan gelen baykuş ötüşü… Bunlar şehirdeki gürültülere benzemez.” Şehir Faresi gözlerini kapamış: “Adeta bir senfoni dinliyorum. Ruhum dinginleşti.” Birlikte uzun uzun konuşmuşlar, gülmüşler, duygulanmışlar. Tarla Faresi Şehir Faresi’ne şunları demiş: “Her şeyin bir dengesi var. Seninle bu deneyim birbirimizi anlama fırsatı sundu. Şehir de tarlada olduğu gibi senin yaşamının bir parçası; ama ben buradaki sadeliği, doğayla uyumu seviyorum.” Şehir Faresi de cevaplamış: “Ben de şehirdeki fırsatları, farklı deneyimleri seviyorum. Ama arada tarlaya gelmek bana huzur veriyor. Hayatın içinde çeşitlilik olmalı.”

Ertesi sabah vedalaşma vakti gelmiş. Şehir Faresi hafif hüzünlü: “Burayı öyle sevdim ki gitmek zor… Ama biliyorum ki sen de şehrin enerjisini gördün ve belki yine gelirsin.” Tarla Faresi: “Kesinlikle geleceğim. Artık hem tarlan, hem şehrin bir parçasısın kalbimde.” Birbirlerine sarılmışlar; Tarla Faresi “Eğer canın sıkılırsa her zaman buraya gel, doğanın kucağı seni bekler,” demiş; Şehir Faresi de “Ben de seni beklerim, şehirde seni korurum,” demiş.


Bu masalın sonunda, Tarla Faresi ve Şehir Faresi, birbirlerinin dünyalarına saygı duymanın, farklılıklardan beslenmenin, sadelik ve renkli deneyimler arasında denge kurmanın önemini anlamışlar. Çocuklar da bu öyküyü dinlerken öğrenecekler: Herkesin mutluluğu farklıdır; yeniliklere açık olmak güzeldir ama evimizin, köyümüzün, kendi küçük dünyamızın değeri de büyüktür. Tehlikeler ve fırsatlar her yerde olabilir; önemli olan tanımak, dikkat etmek, ama korkular yüzünden geri çekilmemektir. Empati ve anlayışla, farklı yaşam tarzlarına saygı göstererek, kalbimizde hem tarlanın huzurunu hem şehrin enerjisini taşıyabiliriz.