Kaybolan Bebek Masalı

Bir varmış bir yokmuş… Uzak diyarlarda, yumuşacık çiçeklerin ve kocaman mantarların arasında parlayan büyülü bir orman varmış. Bu ormanın adı Ayışığı Ormanı’ymış. Her gece ay ışığı, ağaçların yapraklarına gümüş gibi yansır, kuşlar ninniler söyler, tavşanlar dans edermiş. Bu ormanda hayvanlar, periler ve minik cüceler huzur içinde yaşarmış.

Bir sabah, ormanda alışılmadık bir sessizlik olmuş. Ne kuşlar ötmüş, ne sincaplar ceviz toplamış. Herkes bir ses duymuştu:

"Waaa! Waaa!"

Bu, bir bebek ağlamasıymış!

Peri Kraliçesi Lila, uyanır uyanmaz kulaklarını dikip dinlemiş. Kalbi heyecanla çarpmış çünkü bu ses, ormanda daha önce hiç duymadığı bir sese benziyormuş.

“Bir bebek… Ormanda bir bebek var!” demiş kendi kendine.

Hemen havalanmış, gümüş kanatlarıyla sesin geldiği yöne doğru uçarak ilerlemiş. Ormanın en kalın meşe ağacının altında, yumuşacık yosunların üstünde, mavi gözlü, altın sarısı saçlı minik bir bebek ağlıyormuş.

"Ah, minik yavru! Nereden geldin sen böyle?" demiş Lila, bebeğin yanına diz çökerek.

Bebek, gözyaşlarıyla Lila’ya bakmış ve ellerini uzatmış.

"Waaa!"

"Şşşt, şşşt… Korkma, ben sana yardım edeceğim," demiş Lila, yumuşacık sesiyle. Bebeği nazikçe kucağına almış. Minik kafasını Lila’nın göğsüne yaslayan bebek, yavaşça uyuyakalmış.

Lila hemen Orman Konseyi’ni toplamış. Bay Baykuş, Tilki Tilda, Kaplumbağa Kubo, Cüce Mert ve Tavşan Lopi toplanmışlar.

Lila: "Ormanda bir bebek buldum! Onu kimse tanımıyor. İnsanlar bu ormana adım atmazlardı. Bu nasıl olur?"

Tilki Tilda: "Belki de kasabadan biri kaybetti onu. Ya da kötü kalpli birileri ormana bıraktı!"

Kaplumbağa Kubo: "Belki de özel bir çocuk bu. Ayışığı Ormanı'nın çocuğu…"

Bay Baykuş: "Geceleri gözlerimi dört açarım, kimsenin geldiğini görmedim. Ama dün gece yıldızlar alışılmadık şekilde parlıyordu. Belki bir işaret…"

Bebek uyanmış, çevresine şaşkın şaşkın bakmış. Herkes susmuş. Bebek gülümseyince herkesin içi ısınmış.

Tavşan Lopi: "Adı ne olsun? Onu isimsiz bırakamayız!"

Cüce Mert: "Ayışığı Ormanı'na geldiğine göre adı 'Işıl' olsun!"

Lila: "Harika! Işıl… Tatlı Işıl."

Günler geçmiş, Işıl artık ormanda herkesin sevgilisi olmuş. Periler ona çiçekli beşikler yapmış, sincaplar cevizlerden çıngıraklar hazırlamış. Tavşanlar onunla hoplayarak oyunlar oynuyormuş. Ama Işıl büyüdükçe gözleri hep ormanın dışına dalıp gidermiş. Kalbi bir şeyleri özlüyormuş, ama neyi, bilmiyormuş.

Bir gün Işıl, yanında konuşan tavşanı duymuş:

Tavşan Lopi: "Lila ona gerçek ailesini anlatmadı. Bir gün öğrenecek elbet."

Işıl sessizce uzaklaşmış. Kalbi karışık duygularla çarparken Lila’nın yanına gitmiş.

Işıl: "Anne Lila… Ben kimim? Gerçekten bu ormandan mıyım?"

Lila şaşırmış ama gülümseyerek Işıl’ı kucağına almış.

Lila: "Sen Ayışığı Ormanı'nın en değerli hediyesisin. Ama evet, buraya ait değilsin. Bir zamanlar bir insan ailesi seni kaybetti ya da buraya bıraktı. Biz de seni sevgiyle büyüttük."

Işıl: "Peki… Onlar beni istemediler mi?"

Lila: "Bazen hayat, yolları şaşırtır. Belki de seni hâlâ arıyorlardır. Belki de çok büyük bir nedenleri vardı. Ama biz seni hep sevdik."

O gece Işıl, ilk defa rüyasında bir kadın gördü. Kadın, gözlerinden yaşlar akarak ona sarılıyordu.

"Işıl… Benim minik yıldızım…"

Sabah olur olmaz Işıl kararını vermiş. Ailesini bulmalıymış. Herkes onu durdurmaya çalışmış ama Lila başını sallamış.

Lila: "Onun yolculuğu başlamalı. Ama yalnız gitmeyecek."

Tavşan Lopi, Baykuş, ve Cüce Mert onunla gitmeyi kabul etmiş. Işıl vedalaşırken Lila’ya sarılmış:

Işıl: "Seni hiç unutmayacağım, anne."

Lila: "Ben de seni. Ne olursa olsun, bu orman hep senin yuvan olacak."

Yola çıkmışlar. Ormandan çıkınca insan köylerine varmışlar. Ama her evin kapısını çalmak, her yüzü incelemek yorucuymuş. Bir gün bir panayırda, yaşlı bir kadın onlara yaklaşmış.

Kadın: "Bu… Bu kolye! Bu benim torunuma aitti!"

Işıl, boynundaki küçük, ay şekilli kolyeye bakmış. Bu kolye hep onunlaymış ama ne anlama geldiğini bilmezmiş.

Işıl: "Siz… Beni tanıyor musunuz?"

Kadın gözyaşlarıyla cevap vermiş:

"Ben senin babaannenim. Baban ve annen bir fırtınada seni kaybetti. Yıllardır seni arıyoruz. Onlar seni hâlâ seviyor!"

Işıl, içinde sıcak bir şeyler hissetmiş. Birkaç gün sonra ailesi gelmiş. Annesi, rüyasında olduğu gibi onu sıkıca kucaklamış.

Annesi: "Canım kızım… Seni asla bırakmadık. Ayışığı gibi parlıyorsun, adını da öyle koymuştuk. Işıl…"

Ama Işıl, ormanı ve arkadaşlarını özlemiş. Yeni evinde sevgi dolu olsa da her gece pencereden ay ışığına bakar, Lila’nın ninnisini duyar gibi olurmuş:

“Parla minik yıldız, gökte seni bekler bir orman… Ay ışığına sar, unutma sevgi dolu yuvan.”

Ve bir gün, ailesiyle birlikte Ayışığı Ormanı’na geri dönmüş. İnsanlar artık ormana zarar vermiyor, çocuklar hayvanlarla oynuyor, perilerle şarkılar söylüyormuş. Işıl, iki dünyanın da köprüsü olmuş. Hem ormanın hem insanların kalbini birleştiren sevgi dolu bir bebekten, cesur bir kıza dönüşmüş.

Ve o günden sonra Ayışığı Ormanı’nda her bebek ağladığında, herkes umutla gülümsermiş:

“Belki bir Işıl daha gelmiştir…”

Ve masal burada biterken, ay hâlâ ormanda gümüş gibi parlar ve sevginin ne kadar güçlü olduğunu hatırlatırmış…