Kertenkele Masalı: Uçan Kertenkele Hikayesi

Uzak diyarlarda, yemyeşil bir ormanın kıyısında, küçük bir kertenkele yaşardı. Adı Keko’ydu. Keko diğer kertenkelelerden biraz farklıydı: Renkleri solgundu, kuyruğu biraz yamuktu ve en önemlisi… uçmak istiyordu.

Evet, yanlış duymadınız! Kertenkele Keko'nun en büyük hayali uçmaktı. Diğer kertenkeleler yere yakın yaşarken, Keko gökyüzüne âşıktı.

Bir sabah, güneş henüz doğarken Keko uyandı, gökyüzüne baktı ve içini bir hüzün kapladı.

“Ne olurdu sanki bir gün ben de kuşlar gibi uçabilsem?” diye iç geçirdi.

Tam o sırada, çalılıkların arasından en iyi arkadaşı Kaplumbağa Kuku belirdi.

"Günaydın Keko! Bugün biraz üzgün görünüyorsun," dedi Kuku, ağır adımlarla yaklaşarak.

"Günaydın Kuku... Sadece... sadece keşke ben de uçabilseydim," dedi Keko, gözleri gökyüzünde bir martının süzülüşünü takip ederken.

"Ama sen kertenkeleysin! Uçamazsın ki," dedi Kuku, gerçekçi bir ses tonuyla.

"Biliyorum... Ama bu, hayal kurmama engel değil," diye karşılık verdi Keko.

O gün, Keko ormanın derinliklerine doğru yürümeye karar verdi. Belki hayallerini gerçekleştirecek bir şey bulabilirdi. Gün boyu yürüdü, yürüdü, yürüdü... Derken karşısına dev bir ağacın altında oturan yaşlı bir baykuş çıktı. Gözleri bilge ve derindi.

"Selam küçük dostum," dedi Baykuş Bo.

"Merhaba… Ben sadece… uçmak istiyorum," dedi Keko utangaç bir şekilde.

"Uçmak mı? Hımm... Kalpten gelen bir dilek, doğanın bile kurallarını zorlayabilir," dedi Baykuş Bo, gözlerini kıstı. "Ama bunun için cesaret, sabır ve biraz da sihir gerek."

"Sihir mi?!" diye haykırdı Keko, gözleri parlayarak. "Ne gerekiyorsa yaparım!"

Baykuş Bo, gagasıyla eski bir kitap çıkardı. Sayfaları yıpranmış, kenarları kurumla kararmıştı.

"Bu kitapta, Ormanın Uçan Ruhu'ndan bahsedilir. Efsaneye göre, ona saf kalpli biri bir dilekte bulunursa, dileğini yerine getirirmiş," dedi.

"Peki... Bu ruh nerede bulunur?"

"Geceleri Ay Gölü’nün üzerinde görünür. Ama unutma, her dileğin bir bedeli vardır."

Keko, bu haberi alır almaz yolculuğa çıkmaya karar verdi. Kuku da onunla gelmek istedi ama Keko bu yolculuğun yalnız yapılması gerektiğini düşündü.

"Bu benim hayalim Kuku... Yalnız gitmeliyim," dedi.

Kuku başını eğdi ama arkadaşına başarılar dileyerek onu uğurladı.

Gecenin karanlığında Ay Gölü’ne vardığında, gökyüzü bulutsuz, ay ise parlaktı. Gölün yüzeyi adeta bir ayna gibiydi. Keko tam göle doğru eğilmişken, suyun içinden ışık gibi bir varlık yükseldi. Zarif, saydam kanatlı bir figürdü bu. Uçan Ruh’tu.

"Kertenkele Keko... Kalbindeki arzuyu hissedebiliyorum," dedi Ruh.

"Ben... sadece bir kez olsun uçmak istiyorum. Gökyüzünü hissetmek..."

"Bunun karşılığında korkularınla yüzleşmeye, gerçeğinle barışmaya hazır mısın?"

Keko tereddüt etmeden başını salladı.

Uçan Ruh kanatlarını açtı, bir parıltı Keko’yu sardı. O an Keko kendini havalanırken buldu! Gökyüzüne doğru yükseliyor, yıldızların arasında süzülüyordu. Kalbi sevinçle atıyor, gözlerinden yaşlar süzülüyordu.

"Uçuyorum! Gerçekten uçuyorum!" diye bağırdı.

Ancak birden hava karardı. Rüzgârlar şiddetlendi. Keko, bir fırtınanın içinde buldu kendini. Kanatları varmış gibi hissettiği o an, birden düştü. Gözlerini açtığında tekrar yerdeydi. Ama bir şey değişmişti.

Baykuş Bo’nun sesi yankılandı:

"Sana rüya ile gerçeğin arasındaki farkı gösterdim. Uçtun çünkü kalbin istedi. Ama bu kalp, yerde de yükselebilir."

Keko, bir süre ağladı. Hayali kısa sürmüştü. Ama o an fark etti ki uçmak sadece fiziksel bir şey değildi. Özgür olmak, cesur olmak, hayal kurmak... Asıl uçmak bunlardı.

Ertesi gün Keko ormana döndü. Kuku onu gördüğünde heyecanla koştu.

"Keko! Dönmüşsün! Peki ya uçabildin mi?"

"Evet, uçtum. Ama en önemlisi... düşerek de olsa, asıl gücün içimde olduğunu gördüm," dedi Keko.

Artık Keko, her gün küçük kertenkele arkadaşlarına hayallerini anlattı. Onlara gökyüzünü tarif etti. Kendi yaptığı minik yelkenlilerle ağaçtan ağaca süzülme oyunları oynattı.

Bir gün, ormandaki diğer hayvanlar toplandılar ve Keko’ya “Hayalci Kertenkele” unvanını verdiler.

"Sen bize, en büyük kanadın kalp olduğunu gösterdin," dedi Baykuş Bo bir gün, Keko'ya gülümseyerek.

Ve o günden sonra Keko ne zaman gökyüzüne baksa, yüzünde bir tebessüm olurdu. Çünkü o artık biliyordu: Uçmak bir eylem değil, bir hissiyattı.