Pinokyo Masalı: Kayıp Gökkuşağı Hikayesi

Bir varmış bir yokmuş… Uzak diyarlarda, Mavi Orman’ın kıyısında, oyuncakların dile gelebildiği bir kasaba varmış. Bu kasabada, tahtadan yapılmış ama kalbi gerçek bir çocuk gibi atan Pinokyo yaşıyormuş. Gepetto ustayla birlikte küçük bir evde mutlulukla yaşarlarmış.
Bir sabah güneş ışıkları odasına süzülürken Pinokyo gözlerini açmış. Camdan dışarı baktığında gökyüzünün tuhaf bir şekilde gri olduğunu fark etmiş. Normalde sabahları kuşların cıvıltısıyla uyanan orman, sessizliğe bürünmüş.
“Baba!” diye seslenmiş Pinokyo, endişeyle. “Gökyüzü neden bu kadar soluk? Kuşlar neden şarkı söylemiyor?”
Gepetto, elinde kahvesiyle pencereye yaklaşmış. “Garip… Bu mevsimde gökyüzü rengârenk olurdu. Belki yağmur gelecek, oğlum.”
Ama yağmur da yağmamış. O gün, güneş hiç parlamamış. Ertesi sabah Pinokyo, ormanın merkezindeki bilge Kaplumbağa Tulu’ya gitmiş.
“Tulu Amca!” demiş Pinokyo nefes nefese. “Bir gariplik var. Gökyüzü renklerini kaybetti. Kuşlar mutsuz.”
Tulu gözlerini kapatıp uzun uzun düşünmüş. “Ah, demek sonunda oldu…”
“Ne oldu?” diye sormuş Pinokyo merakla.
“Gökkuşağının Kalbi kayboldu. O olmadan renkler solmaya başlar. Gökkuşağının Kalbi, her sabah gökyüzüne umut ve neşe fısıldar. Ama şimdi…”
Pinokyo’nun gözleri kocaman açılmış. “Onu geri getirebilir miyim?!”
Tulu gülümsemiş. “Cesaretin varsa, elbette. Ama yol uzun ve duygularınla yüzleşmen gerekecek.”
Pinokyo hiç düşünmeden başını sallamış. “Yapacağım!”
Böylece macera başlamış…
İlk durak, Hüzün Dağı’ymış. Oraya yalnızca kalbi kederle dolu olanlar gidebilirmiş. Pinokyo tırmanırken, içindeki eski hatıralar canlanmış. Okuldan kaçtığı gün… Gepetto’nun onu ararken nasıl ağladığı…
Birden, taşların üstünde oturan ağlayan küçük bir çocuk görmüş. Yanına yaklaşmış:
“Neden ağlıyorsun?”
“Annem bana kızdı. Kötü bir şey yapmadım ama anlamıyor beni.”
Pinokyo çocuğun elini tutmuş. “Bazen büyükler bizi anlamayabilir, ama bu seni kötü biri yapmaz. Anlatmaya devam et. Kalbini aç.”
Çocuğun gözleri parlamış. Gözyaşları göğe yükselmiş ve ilk renk geri gelmiş: sarı! Umudun rengi…
Yoluna devam eden Pinokyo, Sevgi Gölü’ne ulaşmış. Fakat göl kurumuş. Yalnızca kurumuş bir çiçek varmış ortasında. O sırada bir ses duymuş:
“Pinokyo… Beni unuttun mu?”
Bu, eski arkadaşı Candela’ymış. Bir zamanlar birlikte şarkılar söyledikleri müzik kutusu kızı.
“Candela! Ben… seni aradım ama sesin kayboldu.”
“Kalbin başka şeylerle doluydu. Sevginin sesi duyulmaz oldu.”
Pinokyo başını öne eğmiş. “Üzgünüm… Çok üzgünüm…”
Pinokyo’nun kalbinden bir damla gözyaşı süzülmüş ve çiçeğe düşmüş. Aniden göl parlamış! Pembe ışıkla dolmuş. Sevgi geri dönmüştü.
Candela gülümseyerek veda etmiş. “Kalbinin ışığını asla unutma.”
Yolculuk devam ederken Pinokyo, Karanlık Koridor’a varmış. Orada, eski yalanlarının yankısı yankılanıyormuş.
“Ben okula gittim!”
“Ben asla yalan söylemem!”
Bu yankılar etrafta çınlayınca, dev bir Gölge belirivermiş.
“Sen bir yalancısın, Pinokyo. Asla değişmeyeceksin.”
Pinokyo gözlerini kapatmış. Derin bir nefes almış.
“Hayır. Geçmişte yalan söyledim, evet. Ama artık doğruyu söylemeyi öğrendim. Kalbim gerçek!”
Gölge parçalanmış. Gökyüzü lacivert bir renk kazanmış: Gerçeğin ve cesaretin rengi.
Sonunda, Gökkuşağının Kalbi’ne ulaşmış Pinokyo. Ama orada, dev bir buz kafesin içinde kilitliymiş. Kalp atmıyormuş bile. Başında bir yaratık nöbet tutuyormuş: Şüphe Canavarı.
“Ne istiyorsun, tahta çocuk?” diye hırlamış canavar.
“Kalbi geri getirmek istiyorum! Renkler, kuşlar, neşe için!”
Canavar kahkaha atmış. “Sen bir oyuncaksın! Senin duyguların ne işe yarar ki?”
Pinokyo öne çıkmış. “Ben gerçek değilim belki… Ama hislerim gerçek. Seviyorum, korkuyorum, üzülüyorum. Ve şimdi… inanıyorum!”
Bu sözlerle birlikte kalbi güçlüce atmış. Birden gökyüzünde parlayan yıldızlar belirivermiş. Buz çözülmüş, kalp yeniden parlamaya başlamış. Gökyüzü yedi renge boyanmış! Gökkuşağının Kalbi geri dönmüştü.
Pinokyo kasabaya döndüğünde herkes onu alkışlarla karşılamış. Kuşlar şarkı söylüyor, çocuklar neşe içinde zıplıyormuş.
Gepetto gözyaşlarını silmiş. “Oğlum… sen… sen büyümüşsün.”
Pinokyo gülümsemiş. “Baba… Bu kalp tahta değil artık. Gerçek bir çocuk gibi hissediyor.”
Ve o günden sonra, gökyüzü asla renksiz kalmamış. Çünkü bir tahta çocuk, duygularının gücüyle bir mucize gerçekleştirmişti.