Uzun Zürafa Masalı

Bir varmış bir yokmuş… Uzak diyarlarda, yemyeşil bir ormanın kenarında yer alan Altın Tepeler Vadisi'nde, hayvanların barış içinde yaşadığı bir orman varmış. Bu ormanda yaşayan hayvanlardan biri de Zazu adında çok ama çok uzun bir zürafaymış.
Zazu diğer zürafalara göre o kadar uzunmuş ki, başını bazen bulutların arasına sokar, orada oynayan kuşlarla sohbet edermiş. Fakat bu uzun boyu, ona arkadaşlık konusunda bazı zorluklar da getirirmiş.
Zazu’nun en büyük hayali, bir gün herkes gibi bir arkadaş grubunun içinde yer almakmış. Ama küçük hayvanlar onun yanına yaklaşmaktan çekinir, büyük hayvanlarsa onunla konuşurken boynunu yukarı kaldırmaktan boyun ağrısı çekerlermiş.
Bir sabah Zazu, ormanın en büyük ağacının yanına gidip güneşi izlerken içini bir hüzün kaplamış.
“Keşke biriyle birlikte güneşi izleyebilsem…” diye içinden geçirmiş.
O sırada bir ses duyulmuş:
“Hey! Yukarıdaki dev! Orada ne yapıyorsun?”
Zazu başını eğmiş ve yerde, sarı-kahverengi tüyleriyle minik bir sincap görmüş. Bu sincap, Fıstık adında, çok konuşkan bir çocuk sincapmış.
“Ben… sadece güneşi izliyordum.” demiş Zazu mahcup bir şekilde.
Fıstık şaşkınlıkla:
“Güneşi mi? Ben göremiyorum ki! Ağaçlar kapatıyor! Nasıl bir şey?”
Zazu gülümsemiş:
“Bana tutun, seni yukarı kaldırayım. Bulutların üstünde bambaşka bir dünya var.”
Fıstık biraz korkmuş ama merakına yenik düşüp Zazu’nun uzun boynuna tırmanmış. En tepeye çıktıklarında gözlerine inanamamış.
“Vaaaaay! Her yer altın gibi parlıyor!”
Zazu:
“Evet, sabahları bu manzarayı izlemek beni çok mutlu ediyor. Ama yalnız olunca biraz hüzünlü oluyor.”
Fıstık:
“O zaman artık yalnız değilsin! Ben geldim. Ben Fıstık! Senin en minik ama en cesur arkadaşınım!”
Bu sözlerden sonra Zazu’nun gözleri dolmuş. Yıllardır kurduğu dostluk hayali gerçekleşmişti. O günden sonra Fıstık ve Zazu her sabah bulutların üstünde birlikte kahvaltı eder, gün boyunca ormanda maceralara atılırlarmış.
Ama bir gün… Ormanda büyük bir sorun baş göstermiş.
Gökyüzünden simsiyah dumanlar yükselmeye başlamış. Ormanın diğer ucundaki kuru çalılar tutuşmuş ve yangın çıkmış. Hayvanlar panik içinde kaçışırken, yavru hayvanlar ormanın derinliklerinde mahsur kalmış.
Fıstık bağırmış:
“Zazu! Yardım etmeliyiz! Onlar bizim arkadaşlarımız!”
Zazu kararsız bir şekilde:
“Ama ben çok uzunum, ağaçlar arasında koşamam… Takılıp düşerim!”
Fıstık:
“Senin uzunluğun bir kusur değil, bir süper güç! Yukarıdan her şeyi görebiliyorsun! Yavrular nerede, sen bulabilirsin!”
Bu cesaret verici sözlerden sonra Zazu kendine güvenmiş. Başını gökyüzüne doğru uzatmış, ormanın üstünden gözlerini gezdirmiş. Gerçekten de, büyük bir ağacın altında üç küçük kaplan yavrusu korkudan titreyerek bekliyormuş.
Zazu:
“Onları buldum! Çabuk, yangın o tarafa yayılmadan önce!”
Zazu kocaman adımlarıyla dikkatlice ağaçların arasından geçmiş. Fıstık da onun omzundaymış. Birlikte yavruları alıp güvenli bölgeye taşımışlar. Diğer hayvanlar onların bu kahramanlığını görünce gözyaşlarını tutamamış.
Baykuş Bibi:
“Zazu, seni hep yanlış tanımışız. Uzunluğun seni yalnız yapmaz. Aksine, sen bizim kahramanımızsın!”
Fil Topaç:
“Ayrıca seninle konuşurken artık boynumuz ağrımıyor, çünkü konuşmaya değer biri olduğunu fark ettik!”
Zazu ve Fıstık o günden sonra ormanın en sevilen dostları olmuş. Zazu’nun uzun boyu artık bir sorun değil, bir kurtarıcı simgesiymiş. Her sabah yine bulutlara uzanır, ama bu kez yalnız değilmiş.
Fıstık:
“Zazu! Bugün maceramız ne olacak? Uçan balıklar mı? Yoksa yine su aygırı saklambacı mı?”
Zazu:
“Ne olursa olsun, birlikte olduğumuz sürece her şey eğlenceli!”
Ve böylece Zazu, uzun boyunun onu yalnızlaştırmadığını, aslında onun en büyük gücü olduğunu öğrenmiş. Fıstık da dostluğun boyla, şekille, türle ilgisi olmadığını.
Göklerde, bulutların üstünde, sabah güneşiyle birlikte gülümseyen iki dostun hikayesi de, böylece dilden dile anlatılmaya başlamış.