Harry Potter Masalı

Harry Potter Masalı

Bir zamanlar, Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’nda, sessiz ve rüzgârlı bir sonbahar sabahıydı. Altın sarısı yapraklar, Kara Göl’ün etrafında dans ediyor; öğrenciler, yeni haftaya biraz mahmur ama heyecanlı başlıyordu. Dördüncü sınıf öğrencisi olan Harry Potter ise, oldukça tuhaf bir rüya ile uyanmıştı.

Rüyasında, gökyüzünden düşen bir tüy görmüştü. Tüy gümüş rengindeydi ve yere değdiğinde etrafı parlamaya başlamıştı. Ama rüyadaki en garip şey, tüy yere düşerken duyduğu fısıltıydı:

“Onu bul, yoksa kalpler donar...”

Harry, bu sözleri düşünerek kahvaltıya indi. Ron ve Hermione, her zamanki gibi onu bekliyordu.

“Yüzün sapsarı Harry! Ne oldu, Voldemort’u mu rüyanda gördün yine?” dedi Ron, kahkahasını zor tutarak.

“Hayır Ron, bu farklıydı... Bir tüy... Gümüş gibi parlayan bir tüy gördüm. Ve bir ses... çok garipti.”

Hermione, kaşlarını çattı.
“Gümüş tüy mü dedin? Harry, bu bana bir şeyi hatırlatıyor ama... emin olamıyorum. Belki kütüphaneye bakmalıyız.”

“Bu okulda rüya gördüğümde bile araştırma yapmak zorunda mıyım yani?” dedi Harry, yarı gülerek.

Ama Hermione onu çoktan kolundan çekip ayağa kaldırmıştı bile.

Üçlü, öğle arasında Hogwarts’ın devasa kütüphanesine gitti. Hermione, raflardan “Nadir Büyü Nesneleri” adlı kalın bir kitabı indirdi.

“İşte!” dedi heyecanla.
“Gümüş Tüy Efsanesi! Burada yazıyor. Eskiden, duyguları çalabilen bir yaratık varmış: Mournwing. Bu yaratık, birinin kalbinden sevgiyi, cesareti ya da mutluluğu alıp kendi karanlığına hapsedermiş. Ama onu durdurmanın tek yolu... gümüş bir tüy bulmakmış.”

Harry’nin gözleri büyüdü.
“Ama neden şimdi rüyamda ortaya çıktı? Yani, bu yaratık... gerçekten var mı?”

Ron biraz ürpererek baktı.
“Ben sadece sıcak çikolata istiyordum. Neden her zaman karanlık yaratıklar çıkıyor karşımıza?”

Hermione ciddi bir şekilde devam etti:
“Efsaneye göre, Mournwing bin yılda bir uyanır. Eğer bir öğrenci tüyü görürse, bu onun Seçilmiş Kişi olduğuna işarettir.”

“Yani... yine ben mi?” dedi Harry, gözlerini devirdi.
“Harika...”

O gece, Harry tüyü tekrar rüyasında gördü. Ama bu kez tüy, ona Hogwarts’ın yasak ormanını gösteriyordu. Ertesi sabah, Ron ve Hermione ile birlikte gizlice ormana girmeye karar verdiler.

Hava sisliydi. Ağaçlar fısıldar gibiydi. Üçlü, neredeyse sessizce ilerliyordu.

Birdenbire, Harry’nin alnı yandı.
“Aaah! Bu... yara izi! Voldemort yaklaşmıyor değil mi?”

Hermione hızla çevresine baktı.
“Hayır, bu farklı bir şey. Harry, hissedebiliyor musun? Sanki... üzüntü yayılıyor etrafa.”

O anda, ağaçların arasında tuhaf bir varlık belirdi. Bedeninden koyu gölgeler sızıyordu. Gözleri boş, ama derin hüzünle doluydu. Mournwing’di bu.

“Gümüş tüyü getir... ya da onları kaybedersin.” dedi yankılanan bir sesle.
“Onların kalbini alırım... ve sonsuz keder içinde kaybolurlar.”

Harry öne çıktı.
“Bize zaman ver! Tüyü bulacağım!”

Varlık yavaşça yok oldu, ama havada bir karanlık izi bırakarak.

Hermione’ye göre, tüy yalnızca Hogwarts’ın en yüksek kulesinde, “Düşler Odası”nda bulunabilirdi. Ama bu oda, yıllardır kilitliydi. Yalnızca en saf niyetle girilebileceği söylenirdi.

Üç arkadaş, gece yarısı odaya ulaştı. Kapı, sihirli değnekle değil, kalplerindeki duygularla açılmalıydı.

Harry, gözlerini kapattı.
“Annem ve babamı düşünüyorum... arkadaşlarımı, yaşadığımız her şeyi... Ron’u, Hermione’yi... Sevmek, savaşmaktan daha güçlü bir şeydir.”

Birden, kapı parıldayarak açıldı.

Odanın ortasında, altın bir kaidenin üstünde gümüş tüy duruyordu. Ama yaklaştıkları anda, tüy birden ortadan kayboldu ve üç farklı yöne ışık saçıldı.

Ron bir çığlık attı.
“Neler oluyor! Gözümün önünde kayboldu!”

Hermione hemen çözüm aradı.
“Bölündü! Her birimiz kendi korkumuzla yüzleşmek zorundayız. Tüy ancak öyle yeniden birleşir.”

Harry birden kendini ıssız bir yerde buldu. Annesi ve babası karşısındaydı. Ama gözleri boştu.

“Neden bizi kurtaramadın, Harry?” diye sordular.

Harry, gözyaşlarını tutamayarak bağırdı:
“Ben sadece bir çocuktum! Elimden geleni yaptım!”

Birden annesi ona sarıldı.
“Ve işte bu yüzden seviliyorsun. Bu yüzden güçlüsün.”

Parlak bir ışık yükseldi ve tüyün bir parçası Harry’nin eline geldi.

Ron, karanlık bir odadaydı. Bütün arkadaşları ona sırtını dönmüş, alay ediyordu.

“Sen sadece Harry’nin arkadaşısın. Kendi başına bir hiçsin.”

Ron dişlerini sıktı.
“Hayır! Ben Ron Weasley’im. Sadığım, cesurum ve arkadaşlarımı her zaman korurum!”

Işık saçıldı, tüyün ikinci parçası Ron’un eline geçti.

Hermione, büyük bir kütüphanede yalnızdı. Kitaplar tek tek yere düşüyor, hiçbir bilgi işe yaramıyordu.

“Tüm zekân işe yaramadı, Hermione. Hatalar yaptın.”

“Evet, hata yaptım! Ama onları kabul ediyorum. Çünkü hatalar büyümeyi sağlar!”

Son parça da onun eline geldi.

Üçlü, tekrar Düşler Odası’nda buluştu. Tüy birleştiğinde, odada bir ışık patladı. Mournwing ortaya çıktı, ama artık daha farklıydı.

“Siz... kalplerinizi korudunuz. Duygularınıza sahip çıktınız. Bu, benim lanetimi çözdü.”

Gölgeler yavaşça dağıldı. Yaratık bir kelebek gibi hafifleyip havaya karıştı. O an, Hogwarts’ın her köşesinde mutluluk ve huzur dalgası yayıldı.

Ertesi sabah, Dumbledore üçlüyü odasına çağırdı.

“Cesaret, bilgelik ve sevgi... Bunlar Hogwarts’ın temelidir. Ve siz üçü de bu gece onları yeniden hatırlattınız bize.”

Ron gülümsedi.
“Peki ödülümüz ne? Biraz çikolata kurabiyesi olur mu?”

Dumbledore kıkırdadı.
“Bazen en büyük ödül, kalbinde korkuyu yendikten sonra gelen huzurdur. Ama elbette... kurabiyeler de var.”

Harry, Hermione ve Ron birlikte güldüler. Ve bir masal daha, arkadaşlıkla ve sevgiyle sona erdi.