Kurbağa Prens Masalı

Ormanın derinliklerinde Ay Gölü adında gizemli bir göl varmış. Bu göl geceleri öyle bir parlar, öyle bir parlar ki sanki gökyüzündeki bütün yıldızlar gelip içine düşmüş sanılırmış. Fakat Ay Gölü'nün kimseye anlatılamayan bir sırrı varmış.

Bu sır, gölün derinliklerinde yaşayan bir kurbağayla ilgiliymiş.

Ama bu sıradan bir kurbağa değilmiş.

Bir zamanlar cesur, adil ve sevgi dolu bir prens olan bu kurbağa, bir cadının lanetiyle bu hale gelmiş. Prens Orin, kibirli olduğu bir gün göldeki bir kadına kötü sözler söylemiş. Meğerse o kadın, Ay Gölü’nün bekçisi olan Kadim Cadı Lira’ymış.

“Sen kibirli ve bencil bir insansın, Orin,” demiş Lira.
“Gerçek sevgiyi öğrenene kadar bir kurbağa olarak yaşamakla cezalandırılıyorsun!”

Orin ne kadar pişman olduğunu söylese de cadı onu dinlememiş. Ve işte böylece Orin, gölün kenarındaki yosunlu taşların arasında yaşamaya başlamış.

Yıllar geçmiş, gölün çevresi sessizleşmiş. Prens’in sarayı boş kalmış. Ormanda yaşayanlar artık Ay Gölü’ne yaklaşmaz olmuş.

Ta ki bir gün...

Küçük bir kız çocuğu, annesinin elinden tutarak ormanda yürüyormuş. Adı Eliza’ymış. Annesi onun uykusuzluk hastalığına çare bulmak için gölün suyundan getirmek istiyormuş. Çünkü efsaneye göre Ay Gölü'nün suyu, içene tatlı rüyalar verirmiş.

Eliza gölü ilk gördüğünde büyülenmiş.

“Anne! Sanki gökyüzü yere inmiş gibi...” demiş, gözlerini açarak.
Annesi tebessüm etmiş: “Evet tatlım, burası çok özel bir yer.”

O sırada kurbağa Orin, bir kayanın üzerinde güneşleniyormuş. Eliza'nın gözleri onunla buluşmuş.

“Aaa! Konuşan bir kurbağa!” demiş Eliza, heyecanla.
Orin şaşırmış. Yıllardır kimse onunla konuşmamış.

“Sen... beni duyabiliyor musun?”

“Evet, çok net! Hem de kibar bir kurbağasın sen.”
“Ben... Aslında bir prensim.”
“Gerçekten mi?”

“Adım Orin. Ama bir cadı beni lanetledi. Beni sadece gerçek sevgi kurtarabilir.”

Eliza başını yana eğmiş. “Gerçek sevgi mi? O da nedir?”

“Saf, karşılıksız, içten gelen bir duygudur. Belki sen büyüyünce anlarsın.”

Annesi, gölden bir kavanoz su aldıktan sonra Eliza’yla vedalaşıp ormandan ayrılmış. Ama Eliza, Prens Orin’i unutamamış.

Ertesi gün elinde küçük bir sepetle tekrar gelmiş. Sepetin içinde meyveler, bir parça kek ve bir minik battaniye varmış.

“Selam Prens Orin! Bugün sana arkadaşlık etmeye geldim.”
“Gerçekten mi? Bu... harika olur.”

Ve böylece Eliza her gün gelmiş. Kurbağa Orin’e kitap okumuş, şarkı söylemiş, ona dostluğun ne demek olduğunu anlatmış. Orin yıllar sonra yeniden gülmeyi öğrenmiş.

Günlerden bir gün Eliza çok üzgün gelmiş.

“Babam başka bir şehre taşınmamız gerektiğini söyledi. Bir daha belki de gelemeyeceğim.”
Orin’in yüreği sıkışmış.

“Seni tanıdığım için mutluyum Eliza. Eğer buraya tekrar gelirsen, seni hep bekliyor olacağım.”

Eliza gözyaşlarını silmiş. “Seni seviyorum Prens Orin. Keşke insan olsaydın.”

Bu sözler duyulur duyulmaz, göl birden parlamaya başlamış. Su yüzeyinde ay ışığı dans eder gibi hareket etmiş ve gökten bir yıldız düşmüş gibi olmuş.

Eliza gözlerini kısmış ve gördüğü manzara karşısında dili tutulmuş.

Orin artık bir kurbağa değilmiş.

Genç, gülümseyen, nazik bir prens durmuş karşısında.

“Eliza...” demiş Orin, gözleri dolu dolu. “Sen lanetimi çözdün.”

“Ama... nasıl?”

“Çünkü sen bana karşılıksız sevgini verdin. Küçücük bir kalpten çıkan en büyük mucize buydu.”

O sırada gölün diğer ucundan bir ışık hüzmesi yükselmiş. Cadı Lira ortaya çıkmış.

“Artık kibir yok, sadece kalbinde iyilik taşıyan biri var karşımda,” demiş.

“Ama dikkat et Prens Orin. Bu defa, sevgini kaybedersen bir daha asla insan olamazsın.”

Ve Lira, bir kuş tüyü gibi göğe karışıp kaybolmuş.

Yıllar geçmiş... Eliza, büyüyüp genç bir hanımefendi olmuş. Orin ise onun en yakın dostu, sırdaşı ve sonunda hayat arkadaşı olmuş.

Beraberce eski saraya dönmüşler. Orin yeniden kral olmuş ama bu kez halkına sevgiyle, sabırla ve alçakgönüllülükle hükmetmiş.

Ay Gölü ise hâlâ parlamaya devam etmiş. Ama artık bir sır değilmiş o parıltı...

Çünkü o ışık, sevginin kendisindenmiş.

Ve çocuklar, o günden sonra hep şöyle bir tekerleme söyleyerek uykuya dalmış:

“Gölde bir kurbağa vardı, kalbinde sevgiyle yaşardı,
Bir çocuk geldi gülümseyerek, kalbiyle onunla konuştu,
Ve kurbağa bir prens oldu, sevgiyle dünya doldu.”