Flamingo Masalı
Uzak diyarların birinde, Gökkuşağı Gölü’nün kıyısında yaşayan bir flamingo sürüsü vardı. Bu flamingoların en genci, en meraklısı ve en farklısı Fırfır’dı. Fırfır’ın tüyleri, diğer flamingolar gibi canlı pembe değildi. O, soluk sarımsı beyaz renkteydi. Bu yüzden bazen arkadaşlarının alaylarına maruz kalıyordu.
“Hey Fırfır! Güneşte fazla mı kaldın da rengin solmuş?” diye güldü Pembe adındaki bir flamingo bir gün.
“Belki de Gökkuşağı Gölü seni boyamayı unuttu!” diye kıkırdadı başka biri.
Fırfır bu sözleri duyunca üzülse de hiçbir zaman karşılık vermezdi. O her zaman farklı olmanın kötü bir şey olmadığını düşünürdü. Ama yine de içten içe bir gün renkli olmayı çok istiyordu.
Akşamları annesi ona kanadını uzatıp sarılır, sessizce dinlerdi kalbinin atışını.
“Fırfır, senin rengin kalbindeki ışığa göre bir gün ortaya çıkacak. Sabırlı ol yavrum.”
“Ama anne... Ben de parlak pembe olmak istiyorum. Diğerleri gibi güzel görünmek istiyorum.”
“Güzellik dışarıda değil, içindedir. Ama eğer bir gün gerçek rengini bulmak istiyorsan, içindeki sevgiyi takip etmelisin.”
Bir gece, Fırfır gökyüzünde kayan bir yıldız gördü. İçinden bir dilek tuttu:
“Ne olursun, bana gerçek rengimi göster...”
Ertesi sabah, gölde büyük bir telaş vardı. Gölün suyu aniden matlaşmış, gökkuşağı yansımaları silinmişti. Renkler yok olmuş gibiydi. Bütün flamingolar panik içindeydi.
“Göl solmuş! Göl rengini kaybetmiş!” diye bağırdı biri.
“Renkler olmadan biz de solacağız!” diye ekledi bir başkası.
Reis Flamingo, yaşlı ve bilgili bir kuştu. Sürünün en yüksek ağacına konup bağırdı:
“Sakin olun! Bu doğanın bir sınavıdır. Birimizin bu sırrı çözmesi gerek. Gönüllü var mı?”
Sessizlik oldu. Herkes birbirine baktı. Kimse bu tuhaf olayla yüzleşmeye cesaret edemedi. Tam o anda Fırfır öne çıktı.
“Ben gitmek istiyorum. Renklerin neden kaybolduğunu bulmak istiyorum.”
“Sen mi?” dedi Pembe alaycı bir sesle. “Kendi rengini bile bulamamış bir flamingo, gölün rengini nasıl bulacak?”
Ama Reis Flamingo başını salladı.
“Cesaret, rengin değil, kalbin içindedir. Fırfır, yol senindir.”
Fırfır kanatlarını açtı ve gökyüzüne doğru uçtu. İlk kez tek başına, bilinmeyen bir yolculuğa çıkıyordu. İçinde biraz korku, ama daha çok merak vardı. Gölün kaybolan renklerini bulmalıydı.
İlk olarak Rüzgâr Dağları’na uçtu. Orada eski dostu, bilge Baykuş Momo yaşardı. Momo’yu dev bir çam ağacının tepesinde buldu.
“Momo!” diye seslendi Fırfır. “Gökkuşağı Gölü’nün renkleri kayboldu! Ne olduğunu biliyor musun?”
Momo başını hafifçe eğdi.
“Bazen doğa, duygularla bağ kurar. Göl, sevinçle parlar. Ama orada artık çok fazla kırgınlık var, Fırfır. Alaylar, dışlamalar... Renkler bu duygulardan uzaklaşmış olabilir.”
“Peki onları nasıl geri getirebilirim?”
“Gerçek renkler, sevgiyle çağrılır. Yolun Kalp Ormanı’ndan geçmeli. Oradaki Canlılık Kaynağı’na ulaşmalısın.”
Fırfır teşekkür etti ve hemen yola çıktı. Kalp Ormanı, gökyüzünden kırmızı kalpler gibi görünen ağaçlarıyla ünlüydü. Ama ormana vardığında, her yer griydi. Ağaçlar yapraklarını dökmüş, kuşlar susmuştu.
Bir çalının ardında ağlayan küçük bir sincap gördü.
“Ne oldu? Neden ağlıyorsun?” dedi Fırfır.
“Arkadaşlarım bana ‘kuyruğun kısa’ dediler. Artık kimseyle oynamak istemiyorum.”
Fırfır, sincap çocuğa sarıldı.
“Ben de farklıyım. Ama bu kötü bir şey değil. Senin kuyruğun çok şirin ve seni özel yapıyor.”
Sincap başını kaldırdı, gözleri parladı. Gülümsedi. Tam o anda, ağacın bir dalında yeşil bir yaprak belirdi. Orman hafifçe renklenmeye başladı.
Fırfır ilerledikçe benzer sahnelerle karşılaştı: Üzgün bir tavşan, korkmuş bir kaplumbağa, yalnız bir kirpi... Hepsine yardım etti, hepsini dinledi, hepsiyle içtenlikle konuştu. Her iyi niyeti, ormana yeni bir renk kazandırdı. Kalp Ormanı yavaş yavaş canlandı.
En sonunda Canlılık Kaynağı’na ulaştı. Bu küçük, berrak bir gölcüktü. Ama suyu kurumuştu. Yanında taşların üstünde bir yazı vardı:
“Gerçek renk, kalpten gelen bir gözyaşıyla çağrılır.”
Fırfır bir süre düşündü. Kalbinde tüm yaşadıkları birikti: alay edilen günler, annesinin sözleri, Momo’nun bilgeliği, yardım ettiği dostları...
Ve sonra bir damla gözyaşı süzüldü yanaklarından. Gölcüğe düştü.
O an gölde bir ışık parladı! Su bir anda doldu, gökkuşağı renkleri patladı gökyüzüne. Renkler, dalgalarla Kalp Ormanı’ndan Gökkuşağı Gölü’ne doğru akmaya başladı.
Fırfır gözlerini kapattı, rüzgar tüylerini savuruyordu. Kalbinde bir sıcaklık hissetti. Kanatlarını açtı ve göğe yükseldi.
Ve işte o anda... tüyleri parlamaya başladı. Önce soluk pembe, sonra turuncu, ardından mor... En sonunda gökkuşağının tüm renklerinden oluşan, ışıltılı bir tüy rengine büründü. Sanki göğün kendisi tüylerinde yaşıyordu.
Fırfır, rengini bulmuştu.
Göle geri döndüğünde herkes hayretle baktı. Pembe gözlerini kırpıştırdı.
“Sen... sen... ne kadar parlaksın!”
Fırfır gülümsedi.
“Renk sadece dıştan gelmez. İçindeki sevgi, anlayış ve cesaretle parlıyor.”
Reis Flamingo başını eğdi.
“Sen bize sadece renkleri değil, sevgiyi de geri getirdin.”
O günden sonra Fırfır, sürünün en saygı duyulan flamingosu oldu. Ve gölde bir kural kondu:
“Hiçbir kuşun rengiyle alay edilmez. Çünkü her renk, bir hikâyedir.”
Ve masallar diyarında bir gelenek başladı. Her yıl bir gün, Fırfır Günü ilan edildi. O gün herkes, bir başkasına kalbinden bir iyilik yapar, tüylerini değil, kalplerini gösterirdi.