Gökkuşağı Masalı
Bir varmış bir yokmuş… Teknolojinin her yanı sardığı, çocukların pencereden gökyüzüne değil, ekranlardan çizgi filmlere baktığı büyük bir şehir varmış. Bu şehirde gökyüzü hâlâ maviymiş, ama kimse artık başını kaldırıp bakmaz olmuş. Yağmurlar hâlâ yağarmış, ama sonrasında gökkuşağı hiç ama hiç görünmezmiş.
Bu şehirde, annesiyle birlikte yaşayan 9 yaşındaki Lina, diğer çocuklardan biraz farklıymış. Oyun konsolları, tabletler, telefonlar onun ilgisini çekmezmiş. O, gökyüzünü izlemeyi severmiş. Rüzgârı dinlemeyi, bulutları hayvanlara benzetmeyi, güneşi elleriyle yakalamaya çalışmayı…
Bir gün Lina, okuldan eve dönerken annesine sormuş:
“Anne, neden artık gökkuşağı çıkmıyor?”
Annesi şaşkın bir şekilde gülümsemiş.
“Aşkım, yağmur çok nadir yağıyor artık. Belki ondandır.”
Ama Lina inanmamış. Çünkü geçen hafta da yağmur yağmış, ama gökyüzü bomboş kalmıştı. Ne kırmızı vardı, ne sarı, ne de mavi… Hiçbir renk görünmemişti.
“Bence başka bir şeyler var. Bir şeyler ters gidiyor…” diye mırıldanmış Lina kendi kendine.
O gece penceresinden dışarı bakarken gökyüzüne bir dilek fısıldamış.
“Lütfen… Lütfen bir daha gökkuşağını görebileyim.”
Ve tam o sırada, penceresinin önünden bir ışık geçmiş! Küçük bir kıvılcım gibi… Lina gözlerini kırpmış, sonra o ışığın odaya doğru süzüldüğünü fark etmiş. Parlak, ama korkutucu olmayan bir şeydi bu. Işık, odasının ortasında durup şekil değiştirmiş. Minik bir çocuk figürü almış. Saçları mora çalan mavi, teni hafifçe ışıldayan, gözleri ise zümrüt gibi parlayan bir varlık.
“Merhaba Lina. Ben Mor. Gökkuşağının yedinci rengiyim.”
Lina ağzı açık kalmış.
“Ne? Ne... Ne demek bu? Sen bir... renk misin?”
“Evet. Eskiden biz yedi kardeştik. Gökkuşağını birlikte oluştururduk. Ama artık gökkuşağı görünmüyor çünkü biz... kaybolduk.”
Lina gözlerini ovuşturmuş, ama Mor hâlâ oradaydı.
“Kayboldunuz mu? Nasıl yani?”
Mor üzgün bir şekilde başını eğmiş.
“İnsanlar artık başlarını gökyüzüne kaldırmıyor, Lina. Gözler ekranlara, kalpler sessizliğe gömüldü. Biz de yavaş yavaş silinmeye başladık. En son sarı gitti. O gidince artık neşemiz kalmadı…”
Lina’nın içi burkulmuş. Gökkuşağının kayboluşu onun sandığı kadar basit değildi.
“Peki... geri dönebilir misiniz?”
Mor, bir an umutla parladı.
“Evet! Ama bir şartla: Renklerin yeniden hissedilmesi gerek. Gökkuşağı yalnızca kalpten gelen duygularla çağrılabilir. Eğer insanlara yeniden hatırlatırsan… belki, belki hepimiz döneriz.”
Ve o anda Mor bir kâğıt uzatmış. Kâğıdın üstünde yedi küçük halka vardı. Her biri gökkuşağının bir rengi: kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor.
“Her halka, bir duyguyla parlar. Sen onları bulmalısın Lina.”
Lina sabah uyandığında her şeyin rüya olduğunu sanmış ama başucunda o kâğıdı görünce heyecanla yerinden fırlamış. Gerçekti!
İlk halka kırmızıydı. Altında “Cesaret” yazıyordu.
Okula gittiğinde, teneffüste bir çocuğun zorbalığa uğradığını gördü. Lina kalbini yokladı. Korkuyordu ama… derin bir nefes aldı ve öne çıktı.
“Yeter artık! Onu rahat bırakın!”
O anda cebindeki kâğıt hafifçe ısındı. Kırmızı halka parlamaya başlamıştı!
“Buldum… Bu, gerçek!” diye fısıldadı Lina.
Günler geçtikçe, Lina diğer halkaları da tamamladı. Turuncu için bir arkadaşına umut vermişti. Sarı, küçük kardeşine kahkahalarla masal anlattığında parlamıştı. Yeşil halka, bir sokak kedisini sahiplendiklerinde ışıldamıştı. Mavi, annesine dürüstçe korkularını anlattığında… Lacivert ise bir gecelik yalnızlığını gökyüzüne mektup yazarak paylaştığında tamamlanmıştı.
Son halka… Mor zaten oradaydı. Ama şimdi tüm halkalar parlıyordu.
Tam o anda, gökyüzü karardı. Yağmur yağmaya başladı. Ama bu sefer Lina’nın içi sevinçle doluydu. Kâğıdı iki avucunun arasına aldı, başını gökyüzüne kaldırdı ve tüm kalbiyle bağırdı:
“Renkler, dönün! Gökkuşağı artık yalnız değil!”
Bir yıldırım çakmadı, büyük bir ses olmadı. Sadece… gökyüzünde sessizce bir şey belirdi. Hafif bir kavis. Kırmızı… sonra turuncu… sonra sarı… ve diğerleri… GÖKKUŞAĞI!
O kadar parlaktı ki… herkes pencerelerinden baktı. Araçlar durdu. İnsanlar başlarını kaldırdı. Ekranlar sustu. Çocuklar ellerini uzattı.
Ve Mor, Lina’nın omzuna dokundu.
“Başardın. Bizi hatırlattın.”
“Ama bu kadar mı?” dedi Lina, üzülerek.
“Şimdi yine kaybolacak mısınız?”
Mor gülümsedi.
“Hayır. İnsanlar renkleri görmeye devam ettikçe biz de hep orada olacağız.”
Ve Lina, o günden sonra her yağmurdan sonra gökyüzüne bakmayı hiç bırakmadı. Çünkü artık biliyordu… gökkuşağı sadece bir doğa olayı değil, bir duygu zinciriydi. Cesaret, neşe, umut, şefkat, dürüstlük, bağlılık ve hayal gücü birleşince… renkler doğuyordu.
Ve belki… bir gün sen de o halkalardan birini parlatırsın.
Senin içinde de bir gökkuşağı olabilir.